“1878’den bu yana birçok fedailer, vatanperverler, bayrak ve millet aşkı ile yanan kimseler, kendilerini her türlü tehlikeye atarak uğraşmış didinmiş ve onların öncülüğü bu günkü toplumu meydana getirebilmiştir. Bunlar mücadeleye atılırken, bir kahraman gibi ortada dolaşmak istemedi. Boy göstermedi. Ben yaptım, ben yapıyorum diye bağırıp çağırmadı. Onlar, sessiz, sedasız sükunet içinde vazifelerini yerine getirdiler. Yanı başındaki yardımcılarına bayrağı teslim ettiler. Onu teslim alanlar, aynı yolda yürüdü. Yön değiştirmedi ve bunun sonucudur ki; dimdik bir toplum, ayakta duruyor bugün. Kimlerdir bu isimsiz kahramanlar? Bilen yok. İşte bunun, bizler için yüz kızartıcı bir ihmal bir suç olduğunu kabul etmek yerinde olur.” 1980
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Türk Yunan ilişkilerinin tarihsel boyutunu göz ucuyla da olsa incelenmesi halinde Türkiye’nin iyi niyetli yaklaşımlarının öne çıktığını söylemek olasıdır. Emperyalistlerin maşası olarak Anadolu’yu işgal etmeye gelmelerine karşın bozguna uğradılar. Son dönemde Atatürk ile Venizelos’un o dönemdeki ilişkilerinden pek söz edilmiyor. 1950’li yılların başlarında Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması isteklerinin öne çıkarılması sonrasında ilişkiler bozulmaya başladı. Halen de devam ediyor.
Kudurmuşun alışmıştan beter olduğu günlerden geçiyoruz. Türkiye’nin dini özgürlükler konusunda gerekli özeni göstermediği Yunanistan tarafından ortalık yerlere çıkarılıyor. Böyle bir açıklamayı yapmış olmalarını iç politikalarının bir gereği olarak göremiyoruz. Türkiye’nin dini mekanlara her zaman gerekli özeni gösterdiği biliniyor. Hatta siyasetçiler bu özenin dozunu kaçırdıkları zaman ağır eleştirilerle karşılaşıyorlar. Türkiye’yi suçlama tahtasına oturtan Yunanistan’ın Türklere ait olan dini mekanlara karşı nasıl kötü davranış içinde olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Batı Trakya’daki Türk Vakıflarına ait olan topraklara karşı bir anlamda el koyma çabalarını sürdürürken Türkiye gayri Müslim vakıflarının mallarını geri veriyor. Bunların ötesinde Müslümanların ibadet edecekleri cami ne yazık ki Atina’da yoktur.
AB’ni nasıl tanımlamak gerekiyor diye sorulduğunda özgürlüklerin ve demokrasinin beşiği diye tanımladığınızı duyar gibiyiz. Dini özgürlüklerin kullanılması konusunda siyasetçilerin Atina’da cami yapılması konusunda uzlaştıkları duyurulmuştu. Atina’nın merkezinde değil, merkeze 30 km. kadar mesafedeki bir köyde cami yapılması önerilmiştir. Yunan basınında yer alan
haberlerde ise köy halkının karşı çıktığını kaydediyorlar. Caminin yapımı şu anda bekleme durumundadır. Konuya ilişkin olarak AB Türkiye’ye her fırsatta yaptırımları gündeme taşırken bu konuda üç maymunları oynamayı yeğliyor.
Diğer taraftan Birleşik Amerika Devletleri Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nin Avrupa, Avrasya ve Yükselen Tehditler Alt Komitesi’nde Heybeliada Ruhban okulunun koşulsuz olarak veya gecikmeksizin açılmasına yönelik bir karar tasarısı kabul edildi. Tasarının yasallaşabilmesi için bazı işlemlerin yerine getirilmesi gerekiyor. Bağlayıcılığı olmayan ve tavsiye niteliğindeki bu kararın ileride yapılacak olan çalışmalarda zemin olarak kullanılacağının bilinmesini istiyoruz. Bu güne değin sunulan Ermeni tasarıları içinde benzer söylemler yapılıyordu. Ermenilere ilişkin olarak geldiğimiz nokta ise ortalık yerlerde sürünüyor.
Kıbrıs’a ilişkin olarak görüşmelerin yapılıp yapılmadığı konuşuluyor. Alt düzeyde de olsa temsilciler görüşmelerine devam ediyorlar. Çözüm olacak mı diye soracak olursanız yanıtımız her zamanki gibi olanaksızdır diyoruz. Filelefteros gazetesinde “iki paralel prosedür” başlıklı yazısında Rum Dışişleri Bakanı Bay Yannakis Kasulides’in açıklamalarını kaynak göstererek, iki tarafın tezleri arasındaki uçurumun büyük olmaya devam ettiğini bir çok önemli konunun halen askıda bulunduğunu belirtiyor. Politis gazetesi ise Bay Kasulides’in açıklamalarını “Biri başka öteki başka” başlığı ile özetliyor.
Adada çözümün olanaksız olduğunu yalnızca biz söylemiyoruz. Yaşananları bilenler ve Rumların ayak oyunu yaptıklarını gözleyen herkesin aynı kanıyı paylaştığını söylemek durumundayız. Bugüne değin BM kararlarında iki devletli çözümden söz ediliyordu. Rumlar iki devletli çözümü sulandırmak için sürekli olarak masadan kaçıyorlar. Kaçmalarının nedenini çözümden yana duruşunu sergileyen Kıbrıs Türklerini köşeye sıkıştırmak yeni ödünler koparabilmek olarak okuyoruz. Bu tuzağa düşülmeyeceğinin de bilinmesi gerekiyor.
AB ve BM Kıbrıs’ta tarafları kendi hallerine bırakırlarsa çözüm olabilir mi? diye sormak gereksizdir. Dışarından müdahale eden karar vericiler olayları kışkırtarak bu noktaya gelinmesini sağlamışlar ve katkı vermişlerdir. Karar vericilerin tavuk ayağı gibi ortamı germekten vazgeçmeleri gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız.
|