“Hükümet 75 seneden beri haklarını inkar ettiği Türk halkının hak aramasından teşkilatlanmasından kuşkulanıyor. Rumların enosis feryatlarına karşı birliğini ve varlığını korumak maksadıyla Türklerin canlanmasını beğenmiyor. Rum ve Yunanlı gazeteciler, öğretmenler, talebeler, liderler açıktan açığa hükümet değiştirmek siyaseti güderken onlara yüzsuyu döküp hoşlarına gitmek için her şeyi yapıyordu. Kendi varlığının bekası için uğraşanlara her fırsatta ağır bir darbe vurmaktan geri kalmıyor”. 1953
Dr. Fazıl KÜÇÜK
***
Önümüzdeki Mayıs ve Haziran aylarında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Kıbrıs Türklerinin temsil edilmeleri yeniden tartışma konusu oluyor. Mendil büyüklüğündeki ülkenin Dışişleri Bakanı Bay Yannakis Kasulides, Kıbrıs Türklerine yaptığı çağrıda, seçimlere katılın ve hatta tek listede Avrupa Parlamentosu’na aday olun diyor. Hangi tek listeden aday olacakları konusuna ise hiç değinmiyor. “Kıbrıs Türklerine Avrupa Parlamentosu’nda gözlemci statüsü verilmeyecek” diyerek katılımın kendi çatıları altında olabileceğini açıkça da söyleyemiyor. Buna karşın olası gözlemcileri kimin seçeceği konusunda ise, “AB tarafından tanınmayan, yasadışı bir parlamentonun, AB kurumlarına göre tamamen yasadışı olan sözde devletin temsil edilemeyeceğini” söyleyerek ağzındaki baklayı ortalık yere düşürüyor.
Avrupa Parlamentosu sosyalit affedersiniz Sosyalist Grubu Başkanı Bay Hannes Swoboda’nın her konuda zikzaklı görüşleri olduğu biliniyor. AB’ndeki bir halk kendi temsilcilerini AP’na gönderemiyor diyerek yakınıyor. Diğer yandan da sosyalistlerin kendi savundukları ideolojinin arkasında bile durmadıkları görülüyor. AP Sosyalist Grubu’nun “AP Kıbrıs Türkleri ile Yüksek Düzeyde Temas Grubu” üyelerini Rum ve Yunanlı parlamenterlerden seçiyor. Bay Swoboda, bunu yaparken Kıbrıs Türklerinin haklarını savunuyor havasını basıyor. Benzer uygulamayı Türkiye’nin AB üyeliği konusunda da sergiliyor. Bu Bay’ın Türkiye’deki siyasetçileri acımasızca eleştiren dengesiz bir kişi olduğu söyleniyor.
Kıbrıs Türklerinin temsil edilmediği toplantılarda Kıbrıs Türklerini ilgilendiren kararları bu düzeydeki kişiler belirliyorlar. Sonrasında da kendilerini karar vericiler olarak tanımlıyorlar. Karar vericilerin sayılarının çoklukla arttığı günlerden geçiyoruz. “Kıbrıs’ta çözüm ne zaman
gerçekleşecektir?” diye sormak ve beklentiye girmek zamanı boşa harcamakla koşut bir yaklaşımdır. Bu tür yaklaşımlardan cesaret alanların da Kıbrıs Türkleri ile anlaşmak ve uzlaşmak diye bir isteklerinin olmamasını da son derece doğal karşılıyoruz. Adada toprak konusuna çözüm bulunmadan yapılacak olan siyasi bir anlaşmanın veya yakınlaşmanın görüntüsü bile inandırıcılıktan uzak olacaktır. Bu gerçeği 50 yılı aşkın süredir çözüm çabalarına katkı verebilmek için uğraş verenlerde çok iyi bilmektedirler.
Geçtiğimiz ay Filelefteros gazetesinde yayınlanan, “Noble 12. Parselde 1.5 milyar varil petrol bulunduğunu teyit etti” başlıklı haberinde varil başına ortalama 100 dolarlık bir fiyatla değerinin 150 milyar dolar civarında petrol olarak kabul edildiğini yazıyordu. Bu rakamın yalnızca 65 milyar dolarlık kısmının kendilerine ait olacağını belirtiyordu. Türkiye’nin İsrail’le sıkıntılı bir dönemden geçerken bunu fırsat bilerek Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasını imzalıyorlar. Benzer anlaşma zeminini yakalayabilmek için Mısır’la da görüşmelerini sürdürüyorlar. Konuya ilişkin olarak İsrailli bir diplomatın, “Türkiye yüzünden Rumlar ile mesafeli duruyorduk. Şimdi yine Türkiye yüzünden Rumlarla yakınlaşıyoruz” sözlerini sizlerin engin değerlendirmelerinize sunuyoruz.
Yunanistan’ın AB dönem başkanlığı, Rumlar gibi ekonomik krizle boğuştukları bir döneme rastladı. O dönemde çözemedikleri işsizlik sorununa şimdilerde Yunanistan’ın çözüm üretmesini bekliyorlar. Bu isteklerinin kelin başına merhem sürerek saçlarının yeniden çıkmasını beklemek gibi bir davranış olduğunu kaydetmek istiyoruz. Bunun ötesinde Doğu Akdeniz ve Ege’de buldukları doğalgaz ve petrolün AB tarafından sahiplenilmesi için uğraş vereceklerini duyuruyorlar.
AB’nin Denizcilik Politikaları 06 – 08 Ekim 2012’de Mendil büyüklüğündeki ülkenin dönem başkanı olduğu günlerde Limasol’da yapılmıştı. Anılan anlaşma tarihe “Limasol Deklarasyonu” olarak kabul edildi. Adı geçen anlaşma Lizbon Anlaşmasından sonra imzalanan tarihi bir anlaşma olarak da nitelendiriliyor. Bu anlaşmanın imzalandığı günlerde Lose Manuel Barosso, bu anlaşmanın imzalanması için Kıbrıs’ın iyi bir yer olduğuna değiniyordu. “Denizin Kıbrıs için önemli bir faktör olduğunu” da ekliyordu.
Adadaki uyuşmazlığın çözümü için BM’in “her konuda anlaşma sağlanmadan hiçbir konuda anlaşılmış sayılmayacağına” ilişkin kararı olduğu biliniyor. Buna göre dünya var olduğu sürece adada çözümün olamayacağının kabul edilmesi gerekiyor mu ne...
SEVGİ ile kalınız...
10 Ocak 2014 - Ankara -
|