“Türkler adayı fethe gelinceye kadar Kıbrıs Rum’u bilgisizlik, cehalet, vahşet içinde yaşamıyor muydu? Ortada bir hakikat vardır ki Türkler ancak bayraklarını ada üzerinde dalgalandırmaya başladıktan sonradır ki Rumlar medeni camia arasında yer almış, kiliselerine verilen hürriyet ve imtiyazlarla, açılan okullarda kafalarını ilim nurları ile parlatabilmişlerdir. Fakat yaradılışları gereği daima nankör, yapılan iyilikleri birden bire unutan bu insanlar, Türklerin ihya ettiği kilisenin tahriki ile şimdi bütün ağırlıklarını üzerimize çevirmekte ve ‘ilhak’ davasında önlerinde buldukları en büyük engel olan Türk’ün mukavemetini kırmak ve hayasızca davranışlara tevessül etmektedirler”. 1958
Dr. Fazıl KÜÇÜK
***
Kıbrıs uyuşmazlığına Birleşik Amerika Devletlerinin baskısı sonrasında adanın birleştirilmesi adına ivme kazandırılıyor. 40 yıldır benzer baskılarla adanın birleştirilmesi çalışmaları yaşanan kesintiler sonrasında bu günlere gelinmiştir. Yine bu uzun süreçte karşılıklı olarak belgeler sunulmuştur. Bu yöntemle çözüme ulaşılamayan uyuşmazlığın, dört ay gibi kısa sürede çözüleceğini beklemek gündüz düşleri görmenin de ötesindedir. Amerikanın konuya olan bu ilgisinin temel nedeni, bölgede bulunan zengin hidrokarbon yataklarının varlığıdır. Bu gerçek herkes tarafından kabul ediliyor.
Karşılıklı olarak yapılan belge alış verişleri sonrasında tarafların konumlarının iyice kemikleştiği bizzat görüşmeciler tarafından dillendiriliyor. Yapılan bu çalışmalardan en fazla sıkıntıyı Kıbrıs Türklerinin yaşadıkları biliniyor. Sıklıkla yinelediğimiz gibi çözüm yorgunu olmuşlardır. Karşı taraf, devlet olarak kabul edildiği için belgeleri de daha etkili olmaktadır. Uluslararası kurum ve kuruluşlarada sözlerini dinletebilmektedirler. Buna karşın Kıbrıs Türk tarafı olarak, “Bizler ne söylesek Rumlar hemen karşımıza dikiliyorlar” söylemlerinin arkasına saklanmayı yeğliyoruz. Bu gerekçenin arkasına saklanmamak gerekiyor. Neden mi... Bizimde iyi yetişmiş dünyayı yakından tanıyan izleyen gençlerimizin yanı sıra bilim insanlarımızın var olduğunu hemen herkes biliyor. Bu nedenle “un var şeker var neden helva yapamıyoruz” diye sormamız gerektiğini kaydetmek istiyoruz.
Karşı taraf bu zaafımızı iyi bildiği için masaya eğreti olarak oturmaya devam etmekle kalmıyor, Türkiye ve Kıbrıs Türklerini otomatiğe bağlanmış gibi suçluyor. Tarafların masaya oturma hazırlıkları devam ederken Yunanistan Başbakanı Bay Andonis Samaras, Münhasır Ekonomik Bölgede egemenlik haklarını kullanma konusunda mendil büyüklüğündeki ülkeye garantici sıfatı ile destek veriyordu. Türkiye’yi ise ‘Kabul edilemez tezlerde ısrar etmekle’ suçladıktan sonra “Ankara’nın, gerilimi tırmandırma ve yeni olgular dayatma politikası boşa çıkacak” diyerek sopasını abasının altından gösteriyordu. Adı geçen ülkedeki siyasetçiler ise koro halinde imzalanan ortak metne nasıl karşı çıkacaklarının hesaplarını yapıyorlar.
Annan’ın belgesinin oylanmasının üzerinden nerede ise on yıl geride kalıyor. O günün koşulları bu gün için geçerli değildir. Anılan belge, yeterince tartışılamadan bitti olduya getirilerek oylandığı için bilinen sonuçlar ortalık yerlere çıkmıştır. O günlerde Münhasır Ekonomik Bölge ve hidrokarbon konusu yoktu. Bu gün ise adanın birleştirilmesi hidrokarbon konusu öne çıkarılarak isteniyor. Bunun ötesinde karar vericiler bölgeden aslanın payını alabilmek için uğraş veriyorlar. Değilse adada iki bölgeli yapı varmış yokmuş, Türklerle Rumlar yeniden çatışırlarmış veya çatışmazlarmış gibi konular ilgi alanlarının dışındadır.
Rum devlet televizyonuna açıklamalarda bulunan papazların başı 2. Hırisostomos, davalarından asla vazgeçmeyeceklerini söylerken, Bay Nikos Anastasiyadis Katimerini gazetesine ilginç açıklamalarda bulunuyordu. Bay Anastasiyadis, bölgedeki hidrokarbon konusunun gelişmeleri yönlendiren belirleyici faktör olacağının altını çiziyordu. Türk savaş uçaklarının bölge üzerinde uçmaları konusunda ise, “Açıkça belirttik. Tacizlerin devam etmesi durumunda, cevap müzakerelerden çekilmek olacak”diyerek tehdit ediyor. Mart ayı bitmeden rahatlıkla çekilebilirler... Uçuşlar konusunda güvence aldığını söyledikten sonra bölgeden elde edilecek gelirin nisbi şekilde paylaşılmasından adadaki iki toplumun da yararlanacağını kaydediyordu.
“Kıbrıs konusunda olabildiğince çabuk gerçekleşecek bir anlaşma, sadece İsrail’in gaz taşımacılığına yardımcı olmayacak, aynı zamanda Türkiye İsrail ilişkilerinin düzeltilmesine büyük katkı sağlayacaktır” diye ekliyordu. Bölgede çatışma yaşanmasını aklı başında siyasetçiler bir yana kimse istemez. Buna karşın illa adada anlaşma olsun da nasıl olursa olsun yaklaşımı kabul edilemez. Türkiye’nin bölgedeki gücü iyi biliniyor. Bu nedenle şirinlik yapmaya da gerek yoktur. Her kes şirinliğini kendisine saklasın.
Türkiye’nin dış ilişkilerini şirinliğe gerek duymadan çözme gücüne sahip olduğunu birilerinin bu baylara söylemesi gerekiyor mu ne...
SEVGİ ile kalınız...
14 Mart 2014 - Ankara -
|