“Biz Türk halkı, bugüne kadar sulh ve sükun içinde yaşamak prensibinden ayrılmadık. Kimseye haksız yere tecavüz etmedik. İşlenilen bütün cinayetleri lanetle andık. Fakat bizim bu insani hareketlerimizin, ne aczimizden ve ne de korkaklığımızdan ileri gelmediğini anlamalarını istiyoruz.” 1958
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Anadolu topraklarından pay alarak böyyük Ermenistan’ı kurabilmek için yapılan çalışmaların Osmanlı Rus Savaşı’na kadar uzandığını söylemek olasıdır. 1877 – 1878 savaşı, Rusların Doğu Anadolu’yu işgali ile sonuçlanmıştı. Rusların Ermenileri uzun erimli olarak kullanabilmek adına ulusalcılık aşılamaya özen gösterdiklerine tarih tanıklık etmektedir. Savaşın sona ermesi ile 03 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayestefanos (Yeşilköy) Anlaşmasına göre Osmanlı Hükümeti Ermenilerin bulunduğu Doğu illerinde yenilik yapmayı kabul etmekle kalmıyor diğer illerde oturanların da koruma sorumluluğunu üstleniyordu.
Bu kadar ödünü almayı başaran Ermeniler, kendi hükümetlerini oluşturabilmek için toprak isteklerine başladılar. Elde ettikleri kazanımlarla yetinmeyerek sürekli olarak daha fazlasını istemeye başladılar. Bunun için de propanda ve lobicilik çalışmalarına hız verdiler. Bunları yaparken bir yandan da destekçileri artıyordu. İngiltere – Almanya ve Birleşik Amerika Devletleri de katkı verebilmek için sıraya giriyorlardı. Bu kadar desteği bulanlar kısa süre sonra tıpkı Yunanlılar gibi arsız konumuna ulaştılar.
Bu çalışmalarını sürdürebilmeleri için oluşturulan havuza parasal yardımlar da yapılmaya başlandı. Burada ilginç olan husus, maddi yardımı yapanların verdikleri paranın nerelere harcandığını dahi sorgulamayışı idi. Ağırlıklı olarak bu yardımı yapanların Amerikalı vergi mükellefleri olduğu biliniyor. Ulaştıkları büyük para gücü sonrasında parlamentolardan yasa tasarılarını çıkartmayı başardılar. Harita üzerinde Ermenistan’ın yerini gösterirken acizlik içinde olan ülkelerin yöneticileri bile bu kervana katılıyorlardı. Geldiğimiz noktada bu çalışmalarını Türkiye’den toprak isteklerine olumlu yanıt alana dek sürdüreceklerini kaydetmek istiyoruz.
Uyguladıkları lobiciliğin veya propagandanın temelinde gerçeklerin gözardı edildiği biliniyor. Örnek vermek gerekirse, 1915 yılında yaşanan tehcir olayını söylemek istiyoruz. Adına tehcir denen yerlerinden edilme
olayını ‘soykırım’ olarak tanımlıyorlar. Soykırım tanımı, İ-kinci Paylaşım Savaşından sonra 1948 yılında BM Soykırım Sözleşmesi ile kabul edilmiştir. Bu tanım için dayandırılan temel gerekçe, Almanların Yahudi ırkını etnik temizlikten geçirebilmek adına fırınlarda yakmaları nedeniyle alınmıştır. Bu tanım, ilerleyen yıllarda gerçekleştirilen olaylardan sonra uluslararası hukuk kuralı olarak kabul edilmektedir.
Adı geçen Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı, “Bir etnik, ırki veya dini grubu yok etme kastı ile girişilen eylemler” olarak tanımlıyor. Almanlar, Yahudi ırkına karşı uyguladıkları yöntemin bu tanımla bire bir örtüştüğü için özür dilediler. Benzer özrü ısrarla, daha sonraları ve şimdilerde Türkiye’nin de yapmasını istiyor ve bekliyorlar.
Osmanlı yönetiminde önemli görevlerde bulunan Ermeni yöneticilerin büyük çoğunluğunun yaptıkları ihanetlerin de unutulmaması gerekiyor. Bunun ötesinde yönetimi uğraştırmak ve zayıf düşürmek için sıklıkla isyan çıkartarak bilfiil katıldıklarına da tarih tanıklık etmektedir. Bu fiillere katılırlarken destekçilerinin katkılarının olduğunu da kaydetmek istiyoruz. Bu saldırılar sonrasında, ortak düşman olarak kabul ettikleri Osmanlı İmparatorluğunun elbirliği ile tarih sahnesinden silinmesini de sağladılar.
Ermenilerin Dağlık Karabağ’da yaptıkları saldırılar, BM Sözleşmesinin 2. maddesinde kaydedilen ‘soykırım’ tanımı ile bire bir örtüşmektedir. Türkiye’den özür bekleyeceklerine Dağlık Karabağ’da yaptıkları vahşet için Azerbaycanlı kardeşlerimizden ve bütün insanlıktan özür dilemeleri gerekiyor mu ne...
SEVGİ ile kalınız...
09 Mayıs 2014 - Ankara -
|