“Elefteria gazetesi, ‘Eğer Türkler barış istiyorlarsa, Kıbrıs’ın hayır yüzü görmesini istiyorlarsa yapılan teklifleri kabul etmeli ve enosis idealinin Elenlerin kalbinden sökülüp atılması gibi sefil şartlar ileri sürmekten vazgeçmelidirler’ demektedir...
Elefteria bu yazısı ile bir kere daha ispat etmiştir ki büyük ümitler bağladığımız müzakereler, ne kadar uzayıp giderse gitsin netice bir hiçle bitecek ve şüphe yoktur ki bunun da mesuliyeti enosis rüyası ve gafleti içinde sayıklayan kimselere ait olacaktır”. 1968
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Geride bıraktığımız Mayıs ayında Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılmıştı. Beklenilmeyen sonuçların alındığı ve ırkçı partilerle birlikte AB projesine karşı olanların başarılı oldukları ilk anda deprem etkisine neden olmuştu. Dikkatleri üzerine çeken bu partilerin Avrupa’nın siyasi yaklaşımlarını belirlemede söz sahibi olacağı kuşkusu da yaygın bir kanı idi. Biraz ileri gidenler ise ülkelerinde erken seçim yapılması çağrısında da bulunuyorlardı. Ayaklarının suya ermesi ile şimdilerde bu söylemin unutulduğunu kaydetmek istiyoruz.
Bu gürültü patırtı içinde oluşan Avrupa Parlamentosu, önümüzdeki dönemde AB’nin dümeninde kimin oturacağının kavgasına başladılar. Bir araya gelen önde gidenler Lüksemburg’un Başbakan eskisi olan Bay Jean – Cladue Junker’in Komisyon Başkanlığına oturtulması kararına onay verdiler. İngiltere ve Macaristan’ın karşı çıkışlarından etkilenmeyerek seçilen adı geçen Bay, Türkiye karşıtı söylemleri ile biliniyor. Genel içerisinde nabza göre şerbet vermeyen hemen hepsinin Türkiye karşıtı olduğu biliniyor. Katıldığı bir televizyon programında “twitter’i yasaklayanların AB’nde yeri yok” dediği belleklerdeki tazeliğini koruyor.
Geldiğimiz bu noktada Türkiye’nin bir yol ayrımına geldiğinin söylenmesinin erken olduğunu kaydetmek istiyoruz. Yarım asra yaklaşan bu süreçte gerçekleşmeyen bir üyeliğinde olduğu biliniyor. Çıkmayan canda ümit vardır yaklaşımının geçerli olup olmadığının kısa sürede belli olmasının da beklenilmemesi gerekiyor. Siyasetçilerin kendi içlerindeki söylemlerde çelişkili açıklamalarda bulunuyor olmaları karşı tarafa koz olarak yansıyor. Çelişkileri ortalık yerlerden kaldırdığımız zaman AB’ne Türkiye karşıtı biri seçildi diyerek ağlaşmayacağız.
Türkiye, AB üyeliği konusunda yarım asra yakın bir süredir uğraş veriyor. Aynı şekilde Birleşik Amerika Devletlerinde aleyhinde alınan kararlarla da uğraşmak durumunda kalıyor. Adı geçen ülkenin Kıbrıs’ta yaşananları gerekçe göstererek uyguladığı silah ambargosu unutulmamıştır. Sonrasında Ermeni Diyasporasının çalışmaları ile alınan kararlar da biliniyor. Geçtiğimiz günlerde Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki Hıristiyan mülklerinin anılan ülkenin Dış İşleri Bakanlığınca izlenmesini öngören yasa tasarısı kabul edildi. 4347 sayılı, “Türkiye Hıristiyan Kiliseleri Hesap Verme Yasası”nın Ermeni Diyasporasının yoğun baskısı sonrasında gündeme alındığını kaydetmek istiyoruz. Kongrenin her iki kanadından onay alındıktan sonra Dışişleri Bakanı 2021 yılına dek yıllık olarak Kongrenin ilgili taraflarına rapor sunmak durumundadır.
İçinde bulunduğumuz 2014 yılı 1. Paylaşım Savaşı’nın 100. yılıdır. Tarih kitaplarında bu konu okutulurken Avusturya veliahtı Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesi sonrasında savaşın başladığı öğretilmişti. O günün koşullarında yaşanmakta olan ekonomik sıkıntılardan söz edilmiyordu. Şu anda görece olarak böyle büyük bir savaştan söz etmek olası değildir. Buna karşın günümüzde birbirleri ile savaşan ülkelerin sayısı iki elin parmak sayısı kadardır.
Bunun ötesinde özellikle bölgemizde yaşanan mezhepsel iç çatışmalar 1. Paylaşım Savaşını gölgede bırakacak düzeydedir. Bölgede bulunan petrol ve doğalgaza daha fazla sahip olmak adına yabancıların kışkırttıkları gruplarca bu çatışmalar iç savaşa dönüşmüş durumdadır. Yüce İslam dini adına hareket ettiklerini savlayanlar, din algısı kendi düşündükleri gibi olmadığından en ilkel koşullarda insanlara adeta katliam yapıyorlar.
Bazı bölgelerde ise din savaşlarının sürdürülüyor olması içler acısı bir durumun ötesindedir. Müslüman Hıristiyan çatışmasından murat edilenlerin de hiçbir kimseye yararı olmayacağı kesindir. 1. Paylaşım Savaşı’ndan gerekli dersi almayanların İ-kinci Paylaşım Savaşı’nı çıkartmış olmalarının birincil nedeninin uygulanmakta olan kapitalist sistemin çökme noktasına taşınmış olması olduğunu söylemek istiyoruz. Günümüzde ekonomik sıkıntı içinde olan gelişmiş ülkeler, sıkıntılarını aşmak ve daha fazla gelire sahip olmak adına bölgesel çatışmaları kışkırtarak silahlarını satıyorlar.
Yaşanan bu gelişmeleri kapitalist sistemin bir gereği olarak görmek olasıdır. Bölgesel çatışmaları adı geçen sistemin yeniden yeniden yapılandırılması olarak okumak gerekiyor mu ne...
SEVGİ ile kalınız...
04 Temmuz 2014 - Ankara -
|