Sevgili okurlarım, 1985 yılının Ekim ayında, Kırklareli'ne bağlı Pınarhisar'a 10 kilometre kala YANCIKLAR (sonradan bu köyün adı ATAKÖY oldu) köyünün dışında, 5.5 dönümlük pancar tarlası satın alınıp, içerisine çeşitli meyve ağaçları dikilerek güzel bir meyve bahçesi oluşturuldu. Sonra bu güzel meyve bahçesinin içerisine dubleks bir bina yaptırıldı.
Eşim Dr. Alâeddin Yavaşca, Kilis’te ki doğduğu ve çocukluğunun geçtiği bahçeli ev hayalini burada yaşatmak amacıyla, Kilis'ten 100 kök Bağ çubukları getirtti.
Ben bu kuru dalları gördüğüm zaman "Aman bunlar mı üzüm verecek" diye aklımdan geçirdim.
Ama bu kuru dallar açılan çukurun içine yay şeklinde bir uç dışarda diğer uç içerde kalacak şeklinde ekildi.
O yıl kış çok sert geçti. Merak ve heyecanla üzümler olacak mı? Diye, bekledim.
Bahar gelince, o kuru dalların uçlarında ufak ufak yeşillikler belirmişti.
İşte bu bana yeni doğan bir çocuğu hatırlattı. O yeşillikler büyümeye ve dallar yerlerde yayılmaya başlamıştı,
Bir dal iki dal derken her yer yeşil dallara bürünmüştü.
Derken yeşil yaprakların arasından siyah, diğerinde beyaz, bir diğerinde pembe gibi üzümler görülmeye başladı.
Kara oğlanlar, sarı kızlar birbirleriyle konuşmaya başlamışlardı.
Birisi kendini göstermeye çalışarak "Hey benim adım Humusu, senin adın ne?” diyordu.
Diğeri cevap veriyordu. "Benim adım Horozkarası, hiç biriniz benim gibi iri taneli ve lezzetli olamazsınız.”
Ya senin adın ne diye sorana ise; Benim adım "Deve gözü" diye cevap veren üzümler yayıldıkça yayıldı.
Toplamak için yetişemiyoruz, yüz kökten çıkan üzümlere yer bulamıyor ve torba torba tüm köy halkına dağıtıyoruz.
Derken sonbahar gelmişti. Yeşil yapraklar sararmaya başlamıştı. Toplanamayan üzümler dalların üzerinde kurumaya başlamışlardı.
"NEFERİYE" YE DÖNMÜŞTÜLER.
Ben bu tabiat olayını bir annenin çocuk doğurmasına benzetmiştim. Doğan yeni bebek de bu üzümler gibi büyümüş, dallar arasında görünen tek tek pırtlayan üzüm taneleri gelişen bir çocuk misali, dallar uzuyor yaprakların aralarından, çeşitli lezzette parlak üzüm taneleri, doğan bebeğin gençlik zamanını andırıyordu.
Zaman ilerledikçe insanın yaşlılığı başlaması gibi, yaz gelince yapraklar sararıyordu.
İşte bu, artık güneşin ısıtması azalıyor, insanında gücü takati azalıyor, yüzü kırışıyor tabiat hükmünü sürüyor.
Bağ bozumu dediğimiz, toplanan üzümler şarap fabrikalarına gidiyor, çeşitli işlemlerden sonra değişik isimlerle şişelerde satışa sunuluyor.
“Eski şarap makbuldür” derler…
Ya insan yaşlanınca ne oluyor derseniz etrafındakilere yük oluyor.
“Bağ bozumu” gözümün önüne gelince, gönlümü büyük bir hüzün kaplıyor, Her ne kadar hüzün veriyorsa da…
Bu sarı yaz, sarı renk, bunu güneşin batışına benzetiyorum…
Ertesi gün GÜNEŞ yeniden doğacak...
|