Bindiğim takside çalan radyonun akşam haberlerinde Menekşe gözlü Elizabert Taylor’un öldüğü haberini duyunca “ah ölmüş mü?” diye üzüntümü belli ettim.
Taksi şoförü “ Kim ki abla menekşe gözlü “ dedi.
Şaşırmadım desem yalan olur, ben onun yaşında iken tüm yerli yabancı artistlerin özel hayatlarına kadar takip eder resimlerini toplardım.
O güzelim gözlerin sahibi ne yazık ki şöhreti kadar mutlu olamadı. Zannedersem sekiz defa evlendi. Hele Richert Borton ile yaşadığı aşk o devirlerde dillerden düşmezdi.
Bu delikanlı nasıl tanımıyordu. Bu güzelim gözlerin sahibini, bu bence sinemayı sevmediğinden olacak. Benim yaşımdaki o zamanın gençleri her filmi adım adım takip eder haftaya hangi sinemada hangi film oynayacak onları hep bilirdik.
Hatta Sinemalardan aylık abonman bilet alınırdı. Yeni gelen filmi ilk abonman bileti olanlar izlerdi.
Sinemaya gitmek bir heyecandı Beyoğlu’na çıkmak başlı başına bir özel gün olurdu.
Şık kıyafetler giyilirdi. Sinemaya girilmeden önce muhakkak herkes kesesine uygun yerlerde yemek yer daha sonra sinemaya girilirdi. Kapıdan aldığınız bilet kesilir sizi yer gösteren elinde feneri olan bir bey karşılar sizi oturacağız koltuğa kadar eşlik ederdi. Bizlerde bu hizmet karşılığına bir ücret verirdik.
Geçenlerde eşimle sinemaya gitmek için heveslendik.
Oturduğumuz yere yakın bir alışveriş merkezinin içindeki sinemadan bir film için biletlerimizi aldık. Şöyle etrafıma bakındığım da o katta beş ayrı film oynuyordu. Yani beş ayrı salon vardı.
Seçtiğimiz film için biletlerimizi kapıda duran adama uzattığımızda buyurun geçin istediğiniz yere oturun dedi. Yani nasıl ya o numaralı yere başkası gelip kaldırırsa diye düşünürken adam bize arkasını dönüp uzaklaştı. Bizde bekliyoruz ki bize yol gösterecek yerimize kadar bize eşlik edecek ne gezer.
Neyse beğendiğimiz yere oturduk.
Salonda koltuklar çok rahat.
Biraz sonra film başladı aman allahım o ne ses felaket kulaklarımız patlayacak kadar yüksek sesli bir film bu sese zor dayandık ara olunca etrafıma baktım bizden başka rahatsız olan var mı diye a hiç kimse yok.
Meğerse filmler artık özellikle gündüz matineleri boş oluyormuş, geceleri yani suarelerde ellerinde içkileriyle film seyrettikleri için koltukların kenarına bardak koyacak yerler yapılmış.
Sinemaya gidenlerin kıyafetleri ise bacaklarını saran yırtık pırtık blucin üstünde uluduğa giderken giyilen rengi solmuş kazak ve üzerinden düşercesine geniş parkalar.
Kıyafetlerinden kız mı oğlan mı olduğu pek anlaşılmıyor.
İşte bu günkü gençlerin sinema anlayışı. Bizler bu kıyafetleri gençlerin konuşmalarını hiç anlayamıyoruz.
Oysa bizim gençlik günlerimizde büyüklerimiz bizi anlarlardı, çünkü bizler bu günkü gibi dejerasyona uğramamıştık.
|