Dünya kadınlarını bir tarafa bırakıp Yurdumuz nüfusunun 75 milyona yaklaştığı zaman içinde çoğunluğunun erkeklerden meydana geldiğini düşünürsek, şiddet gören kadınlarımız bu toplumun diğer yarısı olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.
Havva anamız Adem’ine elmayı yedirerek erkeğine hakim olmaya çalıştıysa da erkek bu aldatılmayı maalesef hazmedemediğinden bugüne kadar gelen şuur altında kadına karşı bir hegemonya kurma arzusu yatmaktadır.
Ben şunu anlayamıyorum. Bir kadın düşünün dünyaya getirdiği evlatları arasında ayrıcalık yapar. Öncelikle kız çocuğu doğurduysa üzülür keşke erkek olsaydı der. Neden acaba? Erkek olsaydı ne fark edecekti. Önce kocasının gözüne bir başka görünecek aile içindeki yeri daha sağlam olacaktı. Zaman içinde büyüyen çocuklarını anne ayırmaya başlar. Kızını oğluna karşı itaatkâr yetiştirmeye çalışır. “Kızım gel bana mutfakta yardım et” der. Kızı ise “neden ben ağabeyim neden yardım etmiyor” sorusuna anneden cevap “kızım o erkek” işte erkeklere verilen imtiyaz aile içinde anneden başlıyor.
Okul çağında ise kızlar okumasa da olur ne yapacak yarın öbür gün evlenir gider. Bu düşünce ile aileler çocuklar arası ayrıcalık yaparak yetişmelerine yardımcı oluyor. Oysa bilmiyorlar ki o kayırdıkları erkek çocuk bu davranışlar içinde büyümüş karşımıza şiddet yanlısı olarak çıkıyor. Bazısı aile içinde köle gibi kullanmak istediği kız kardeşine veya sevgilisine veya eşine karşı hep üstünlük kurmaya çalışır.
Ben hep şöyle düşünürdüm. Şayet kadın okumuş ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş ise erkek tarafından şiddet görmez. Oysa hiç de öyle değilmiş. Geçenlerde bir TV kanallarının birinde duyduğum haber beni çok şaşırttı. Avukat kadın kocasından şiddet görmüş. Aman Allahım bu nasıl bir kindir ki kendisine ekonomik yardımcı olan cemiyet içinde kendisini onere eden bir eş karısına el kaldırıyor onu dövmeye kalkıyor.
Hani yoksulluk erkeği hırçın ediyor derler yukarıdaki örnekte bu da bir faktörün olmadığını görüyoruz. Peki, nedir bu?
Tabii hep erkekleri suçlayamayız, şiddet gören kadınlar kadar şiddet gören erkeklerde var. En üstün vasıflarla dünyaya gelen canlılar çevre faktörünün etkisi ile karakter zaafına uğramaktadır. Nedense hep karşımızdakine acı çektirmeyi isteriz onun acı çekmesiyle de keyif alırız. Hiçbir şey yapamazsak kedi, köpek, horoz dövüştürerek onların ızdırablarıyla para kazanmak yoluna gidenlerde var.
Ben derim ki, ailede başlayan sevgi, saygı, karşısındakine hürmeti işte bütün bunlar evdeki anne babadan çocuk görerek yetişiyor, ama daha sonraki değişimin önüne nasıl geçmeliyiz.
Gelin yapabileceklerimize hep birlikte bir göz atalım. Öncelikle ilkokul öğretmenlerine görev düşmektedir. Çünkü bu devredeki çocuk saf temiz duygular içinde öğretmenine teslim edilir. Ve bu çocuk evdeki annesinden hatta babasından daha çok sever öğretmenini. Öğretmen harfleri, sayıları, öğretmenin yanında hayattaki davranış bilincini aşılaması gerekir
Daha sonra toplum kurallarına uyarak kötü davranışlardan uzak durmayı öğrenen fertler birer iyi vasıflı birey olurlar. Bu kurallar yalnız erkekler için değil kadınlar içinde geçerlidir. Kadınlardan dayak yiyen erkeklerde vardır. Cemiyet içinde.
Biz kadınlar Atatürk’ün bize verdiği özgürlük haklarımızı gereği gibi kullanamıyoruz. Seçme seçilme kanunu ile kendi öz güvenimizi kazanmış olmalıyız. Bu Meslek seçiminde, Eş seçiminde böyle olmalı.
En önemli faktör yoksulluk diyoruz. İşte onu da yenmek elimizde olmalı hem erkeklerle eşit olmayı istiyoruz. Hem de evlenip koca parası yemek hoşumuza gidiyor. Yok, hanımlar okuyup meslek sahibi olmalı ekonomik özgürlüğümüzü kazanmalıyız. Bu vasfımızı da erkeğe karşı kullanmak biraz ayıp olur. Eşit haklara sahip olmalı hayat mücadelesinde omuz omuza el ele yürümeliyiz.
Özgürlük kavramından acaba ne anlıyoruz. Cemiyet içinde yaşayan bir fert nasıl özgür olabilir. Birçok kaidelere bağlı olmamız gerekmiyor mu? Örneğin sokakta beğendiğimiz birine gidip sarılabilir miyiz? Hayır, neden benim özgürlüğüm varsa her şeyi yapabilmeliyim diyoruz. İşte özgürlük anlayışımızı geliştirmeliyiz. Canlılar arasında konan bazı kurallar çerçevesinde özgür olduğumuzu öncelikle kabul etmeliyiz. Kimse karşısındakinin özgürlüğünü kısıtlamamalı onun özgürlük sahasına girmemeyi öğrenmeli.
Türkiye’mizde pek çok kişi işsiz hatta üniversite mezunları bile iş bulamıyor diye üzülüyoruz, da neden buna elbirliği ile çare bulmaya yanaşmıyoruz. Veya bulunan işe burun kıvırıp ben bu işi nasıl yaparım egosuna giriyoruz. Her iş de bir basamak vardır. Yürümeye başlayan çocuk misali önce emekleme daha sonra ufak adımlarla merdiven çıkma adımlar sağlamlaştıkça merdivenleri ikişer atlamayı yapabiliriz. Benim yanımda çalışan bir hanım vardı. Çalışmayan tembel kocasını önce boşadı. Oğlunu istemediği bir işe zorla koymuştu. Ama bir müddet sonra eline para geçtikçe işini sevmeye benimsemeye başlamıştı. Kızını da okul servisinin birine hostes olarak başlattı. Kendisi de ev hizmetlerine gidiyordu. Yaz gelince temizliğe gittiği evler yazlığa gidince o pazarlarda tezgâh açıp iç çamaşırları satmaya başlardı. Ve bana “abla hiç kimse işsizim demesin bu İstanbul’da yapacak o kadar iş var ki yeter ki çalışkan olsunlar” derdi. İşte size Karadeniz Rize’den gelmiş bir hanımın öyküsünü dile getirdim. Bizler genellikle etraftan torpil bulmak arzusuyla işin ayağımıza gelmesini bekliyoruz. Hakiki yoksulların, yaşlıların ise yardımlarına da etrafındakiler yardım elini esirgemeyecek.
Ne demiş Peygamber Efendimiz “komşun açken sen tok gezmeyeceksin.”
Efendim daha birçok şeyler söylemek yazmak mümkün ama ben dilime dolananları satırlara dökerek galiba sadece kendimi ferahlattım. Herkesi selam ve sevgi ile kucaklıyorum.
|