Karaköy Kadıköy iskeleleri arasında, işleyen vapurların, üst bölümün arkasında, tahta masa ve etrafında yine tahtadan kollu koltuklar bulunurdu.
Bu bölümdeki, masalara oturan, zengin hanımefendiler ve bey fendiler, bilet ücretine ek olarak bir para öderdiler.
Yine böyle Kadıköy’den kalkıp Karaköy istikâmetine giden seferlerin birinde, üst güvertenin, bir masasını arkadaşlarıyla işgal eden hanımefendilerden birinin gözüne az ilerdeki masaya, beyaz saçlı, solgun benizli, gözlerinin feri kaçmış, yaşının verdiği yorgun vücudunu zor taşıyan bacakları ile gelip oturan adama ilişir.
Dikkatli bakınca, genç kızlık yıllarında plâtonik aşkla bağlandığı meşhur şair ve bestekâr Ahmet Rasim olduğunu anlar, onun bu haline çok üzülmüş, o yıllardan müşterek tanıdıkları, Cevdet bey’i bir gördüğünde, “Geçen gün vapurda Ahmet Rasim’i gördüm çok yaşlanmış, yine beste yapıyor mu ? Acaba benim için bir güfte yazıp Suznâk makamında besteler mi? o günlerin anısına” der.
Geçmiş yıllardan müşterek arkadaşları olan Cevdet Bey, ikisinin de birbirlerini uzaktan sevdiklerini bildiği için bu konuşmayı Ahmet Rasim beye anlatır.
Ahmet Rasim bunun üzerine
“Yare tes’ir eylemiş te hâlim, olmuş giryenâk
İstemiş bir güfte benden beste benden sûz-nâk
Emri var olsun fedadır uğruna cân-ü tenim
İşte yaptım güfte benden, beste benden sâz-nâk”
Bu Sûz-nâk şarkının arkasından okunmak üzere, aynı makamda, kendisini terk ederek, başkasıyla evlenen, sevdiği kıza karşı, gönlünde meydana gelen kırgınlığı dile getirerek
“Pek revadır sevdiğim ettiklerin
Âşıkı günlerce beklettiklerin
Gelmeyip ağyâr ile gittiklerin
Gez görüş eğlen sıkılma zevkâ bak
Bir gelir insan cihana durma çak”
Sizlere çok eski devirlerde çalınıp söylenen iki şarkının anısını anlattım, beğendiğinizi umarım.
Bu hikâyelere devam edeceğim.
|