Öğretmenlik mesleği açısından, uluslararası anlamda “5 Ekim Dünya ÖğretmenlerGünü” var olmasına karşın, Türkiye’de 12 Eylül sonrasında ilan edilen “24 Kasım Öğretmenler Günü” var ona ek olarak. O gün, her fırsatta mağdur edilen, “az çalışıyorlar”, “çok tatil yapıyorlar” diyerek siyasiler tarafından her fırsatta aşağılanan öğretmenlerin aslında ne kadar “kutsal” bir iş yaptıkları o gün hatırlanır ve hatırlatılır olagelmiştir. Acil çözüm bekleyen en temel sorunlar bile gündeme getirilmeyecek belki de o gün. Bir bayram edasıyla kutlanacak yine…
Hani derler ya bir kurbağayı soğuk suya koyup ateşte kaynatırsanız kaçmaz, hissetmeden yavaş yavaş ölür. Yazık ki ülkemizde öğretmenler de kurbağa gibi ateşin üzerindeki suya konmuş durumdalar. Yavaş yavaş ölmeleri bekleniyor. Ama tüm bunlar hiç göze görünmeden, öğretmenlerin yaptıkları görevin kutsallığından söz edilecek yeniden… Öğretmenin o kutsal görevi yaparken yaşadıklarından bahsedilmeyecek çoğu yerde.
Yaklaşık 15 yıldır aynı iktidar tarafından yönetiliyor canım ülkemiz. Ancak bu süreç içerisinde öğretmenlerin giderek ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, artan iş yükünü azaltmak, insan onuruna yaraşır bir ücret almasını sağlamak ve eğitimin niteliğini en azından OECD ülkeleri ortalamasına taşımak gibi bir hedefi olmamıştır hiç iktidarın.
Zaten sorunlu bulunan eğitim sisteminde 4+4+4 dayatmasıyla büyük bir alt-üst oluş yaşanmıştır. Öğretmenler, öğrenciler ve veliler büyük sorunlarla karşı karşıya bırakılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı attığı her adımda, başlattığı her uygulamada öğretmenlerin, yardımcı hizmetli ve memurların daha fazla çalışabilmelerinin önünü açmış, en temel ihtiyaçları bile görmezden gelmiştir. Çalışma koşulları giderek esnek, kuralsız ve güvencesiz hale getirilmiş, angarya çalışma uygulamalarının artması ve son olarak iş güvencesine göz dikilmiş olması tüm öğretmenleri büyük bir tedirginlik ve karamsarlık duygularıyla baş başa kalmaya itmiştir.
Öğretmen nedir diye sorarsak alacağımız yanıt; “Toplumunun aydın bir üyesi, dünya topluluğunun uyanık bir üyesi ve mesleğinin yeterli bir üyesi” olacaktır. Daha sonra ise her koşulda tarafsız olması ve kendisini her zaman yenilemesi gerektiği söylenir. Ne kadar güzel özellikler. Ve bu özellikler öğretmeni toplumun bir bireyi olarak kabul eder ve bu toplumda onu saygın bir yere koyar. Ancak ülkemizde, bugünün koşullarında öyle mi?
Maalesef değil. Yıllardır çözülemeyen eğitim sisteminin sorunları, hem öğretmenleri hem de diğer eğitim emekçilerini olumsuz etkilemektedir. Tüm bunlar aslında bilinen gerçeklerdir ama bir türlü onlara çözüm bulmak gibi bir telaş içerisine kimseler düşmez nedense. Öğretmen çok değerlidir, kutsal bir görevi vardır denir ama öğretmen hangi sorunlarla uğraşmak durumunda kalır; bilen, gören olmaz pek.
Yazıktır ki Eğitim-Sen’in ortaya koyduğu verilere göre:
- Öğretmenlerimiz tüm OECD ülkeleri arasında en çok çalışan ve en düşük ücreti alan öğretmenler arasındadırlar.
- Öğretmenlerimizin %80’i geçinebilmek adına ek iş yapmak
durumundadırlar.
- Sık sık değişen eğitim sistemi nedeniyle öğretmenlerimiz siyasi iktidarın ve
bakanlığın elinde bir oyuncak haline gelmiştir.
- Öğretmen açıklarının giderilmesi adına gerekli
çalışmalar yapılamamış, günümüze değil 40 kişiden fazla öğretmen adayı resmen
intihara sürüklenmiştir.
- Son yıllarda eğitimde benimsenen esnek çalışma
uygulamaları nedeniyle aynı işi yapan farklı statüdeki öğretmen istihdamı
gündeme gelmiş, kariyer basamakları ve performans değerlendirme sistemi
nedeniyle de öğretmenler birbirlerine rakip hale getirilmiş, hatta öne geçmek
adına iftiralara varan çirkin olaylar cereyan etmeye başlamıştır.
- Demokratik haklarını kullandıkları, sendikalara üye oldukları, düşüncelerini özgürce ifade ettikleri için birçok öğretmenimiz sorgulama geçirmekte, sürgün ve cezalarla
karşı karşıya gelmekte, yetmezmiş gibi görevlerinden el
çektirilmektedir.
- Eğitime bütçeden yeterli bir pay ayrılmadığı için çeşitli gerekçelerle
öğrencilerden para toplayan bir tahsildar gibi görev yapmak mecburiyetinde
kalmışlardır öğretmenlerimizin çoğu.
Atatürk; “Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” demiştir fakat hep korkmuşlardır öğretmenlerden. Atatürk sonrasında hep korktular öğretmenlerden. Peki ne yapıyor bu öğretmenler? Atatürk günü düzenliyorlar, Atatürk'e bağlılıklarını belirtiyorlar; demokrasi denen düzenin, ağaların, beylerin yönetimi olmadığını, halk çocuklarına ve halka öğretiyorlar. Ezilmeden de yaşamanın olanaklarını, cennet özlemiyle her gün kahrolmaktansa mutlu bir dünya yaratmanın da kendi ellerinde olduğunu öğretiyorlar. Aslında onlara bu anlamda, demokrasinin gerçek öncüleri demek gerekmez mi?
Suçlan ne? Filanca gazeteleri. filanca dergileri okuyorlar; fakir çocuklarla daha çok ilgileniyorlar; içlerinden biri tutuyor: “Ben memleketimin fakir halkından yanayım...” diyor; çok kitap okuyorlar, çok kitap… Bazıları gibi aylıklarını alıp, devlete millete dua etseler, sık sık devlet büyüklerini övseler, tavla, altmışaltı, pişti oynasalar, sağı solu çekiştirseler, yollarının üstündeki meyhanede, kulüpte ya da bakkalda tekelle ilgili vergilerini ödeseler kimse karışmaz onlara değil mi? Ama halktan yana olup halkla hareket edince işten kovuluyor, hapse atılıyorlar… Yok yere işlerinden uzaklaştırılan Nuriye ve Semih haklarını alabilmek adına girdikleri açlık grevinde ölüm kalım savaşı veriyorlar ama umursanmıyorlar bile; devlet ve devlet büyükleri tarafından. Vicdanlar kör, sağır. Ve o iki öğretmen yok yere ölümün eşiğindeyken atılacak yine öğretmenin değeri üzerine nutuklar…
Korkuyorlar! Bütün telaşları, saldırıları, korkularından. Öğretmenlerin halkı uyarmasından korkuyorlar.
Siz!... Memleketimin inanmış öğretmenleri, siz!... Korkmayın, bir gün başaracaksınız toplumu uyandırmayı; işte o zaman kimse tutamayacak bu güzel ülkeyi ve cümle alem anlayacak bu ülkenin ne demek olduğunu…
24 Kasım Öğretmenler Gününü kutlayacağız!... Evet onlara bir gün bahşedilmiş ama bu kadar çok sorunla boğuşurken öğretmenler bu günü nasıl kutlayacaklar? Tartışılır doğrusu. Tüm öğretmenlerimize kolaylıklar diliyor, Öğretmenler Günlerini kutluyorum.
|