Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde kalan bir tutukluya gönderilen, “Karanlık Çökerken Umutsuzluğa Karşı İyimserlik”, “İktidar Seçkinleri”, “Robinson Crosue”, “Küçük Prens”, “Ali Baba ve Kırk Haramiler”, “Peter Pan”, “Tom Sawyer” ve “Kanatların Gölgesinde Şengal Dile Gelirse” adlı kitaplar, “kurumun güvenliğini tehlikeye düşürebileceği” gerekçesiyle tutukluya verilmemiş.
Kitapların verilmeme gerekçesi ise, Cezaevi Müdürlüğü tarafından şu sözlerle ifade edilmiş: “Ekli listede bulunan yayınların yapılan incelemeler sonucu ders kitabı olmadığı, şifreli ve kontrolsüz haberleşmeye yol açıp kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceği, ayrıca OHAL süresince terörle mücadele kapsamında kurumumuza gelen yazılarda belirtildiği üzere terör suçunda bulunan tutuklu ve hükümlülere dışarıdan gelen yayınlar aracılığıyla şifreli ve kontrolsüz haberleşme sağlayabileceği anlaşıldığından hükümlü ve tutuklulara verilmemesine… oy birliğiyle karar verildi.”
Bu haberi okuduğumda aklım çok farklı noktalara gitti. Üstelik yasaklanan kitaplar, edebiyatın klasikleri arasında sayılabilecek eserlerden oluşuyordu. Şaştım kaldım ve bakın neler anımsadım:
Kitap yasaklama, kitap yakma olayları yeni değil ki; engizisyon döneminden beri tüm dünyada var. Almaya’da Naziler bu işte doruğa çıkmışlardır. Alanlarda sevmedikleri tüm yazarların kitaplarını yakmışlardır. Oysa Emerson "Bütün yakılmış kitaplar dünyayı aydınlatır" derken Voltaire, "Yasaklı bir kitap durmadan kıvılcımlar saçan bir ateştir' diyordu
Ne yazıktır ki Türkiye’de kitapları toplatmak, yasaklamak ya da yazarlarını yargılamak hepimizin bildiği üzere neredeyse sıradan olaylar haline geldi. Kitap yasakları daha çok, dönemin siyasi ve toplumsal iklimiyle, iktidarların ideolojik tutumuyla yakından ilgili olarak değişiklik göstermiştir. Ülkemizde ilk olarak 1946'larda Turancı gençler bir yürüyüş sırasında Ankara'da, Ulus Alanı'nda, Akba Kitapevi önünde Sabahattin Ali’nin kitaplarını yakmışlardı. Sabahattin Ali'nin o sırada Ulus Gazetesi'nde bir romanı yayımlanıyordu. Bu nedenle bu gençler, o dönemde iktidarın sözcüsü olan gazeteyi de yakmaktan geri durmamışlardı.
İsmet Pasa'nın ünlü 19 Mayıs nutku bu yakıp yıkmalardan sonrasına denk gelir. Zira savaş sonrasıdır faşizm palazlanır gibi olmuştur. Tan matbaasının yaktırılması da bu günlere denk gelir. Sonra sonra demokrasiye doğru yöneldik yeniden. Kitap yakıp basımevi yıkmalar duraklar gibi oldu bir dönem. Sonra yine başladı tabii ki. 1976 yılında MEB pek çok kitabı yasaklayınca Aziz Nesin; başkanlığını yaptığı Türkiye Yazarlar Sendikası adına 17 Ocak 1976’da yayımladığı basın bülteniyle MEB’in bu uygulamasını Nazi Almanyası’nda ve faşist İtalya’da benzerleri görülmüş olan kitap düşmanlığı ve kitap kıyımına benzeterek, dönemin Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem’i ve ortak üyesi bulunduğu hükümeti kültür düşmanı ilan eder.
Pek çok yabancı yazar da gönderdikleri telgraflarla Türkiye Yazarlar Sendikası’nı destekler. Bunlardan biri de, adı “İş İşten Geçti” kitabıyla toplatılması istenen kitaplar listesinde yer alan Fransız yazar ve filozof Jean Paul Sartre’dır. Sartre
mesajında, “Aralarında kitaplarımın da bulunduğu Fransız kitaplarına uygulanan yasaklayıcı tedbirleri onur kırıcı olarak karşılıyor, mücadelenizi paylaşıyorum. Dostluklarla” yazar. Yasaklanan kitaplar ve yazarlar, MEB’in kara listesi, sanırız ki pek çok politik olay kadar 12 Eylül’ün de ayak sesleri gibidir.
!2 Eylül döneminde ise artarak devam etti. Üstelik bu dönemde kitap toplamak, yasaklamak da yetmez, mahkeme kararıyla kitap yakıldığını bile görürüz. Hitler rejiminde bile böylesi görülmemişti. Zira Almanya’da kitap yakılması mahkeme ka-rarıyla olmuyor, gençlerin heyecanı gibi gösteriliyordu. Bizim 12 Eylülcüler bu anlamda yeni bir çığır(!) açmış, mahkeme kararı ile kitap yakılıyordu. Bir ülkede siyasal iktidar mahkeme kararıyla kitap yaktırmış ise bu hastalık zaman zaman depreşecektir. Rejim gider gibi olsa bile hastalıkları kendini her zaman gösterir, göstermektedir de üstelik son zamanlarda daha da yoğun olarak.
Kitap yakmak, yasaklamak aslında cinayetle eşdeğerdedir. Nerede bir kitap yakılır, nerede bir kitap yasaklanırsa faşizm orada yeniden hortluyor demektir. Kitap düşmanlığı geçmişte olduğu gibi bugün de faşizmin hortlaması olarak yorumlanır. Bir düşünür, "Nerede kitaba karşı bir tavır takınılsa, orada Alman faşizmi yeniden hortladı sanırım" diyor. Gerçekten de öyle değil mi? Ben de hep öyle kabullenmişimdir.
Kitaplar toplatıldığında, yasaklandığında dudaklarımda acı bir gülümseme belirir aslında. Aklıma Sisifos Efsanesi gelir çünkü. Sisifos, kayayı dağın zirvesine taşır ve kaya tekrar yere yuvarlanır, o durmadan yukarıya taşıyacak ve taş yere düşecektir. Yazık ki Türkiye’de kitaba biçilen rol tam da budur. Kitabın üstüne düşen kâbus durmadan hortlar. Yarım yüzyıldır değişmeyen kapalı gişe bir dramdır bu. Ama perdelerin kapanması gerekiyor; yıl 2018. Ancak daha 2017’nin sonlarında tüm kitapların üzerindeki yasaklar henüz kalkmış iken yeniden yasaklar hortluyor gibi. Bunun sonrasında kitapları yeniden yakmaya başlarlar mı bilmiyorum(Umarız yaşamayız öylesi zamanları).
Ancak biliyorum ki faşizm yavaş yavaş gelirken kitap toplatmalar, kitap yasaklamalarla gelir. Burada ben faşizmin ayak seslerini duyuyorum. Aman dikkat!...
Arzu KÖK
|