Dünya tarihi, egemenlerin hayal kurması ve diğerlerinin bu hayaller uğruna ölmesinden başka bir şey değildir aslında. Ve bizler birilerinin hayallerindeki hazır-nesne ölüleriz. Ve işin tuhafı, egemenlerin düşlerini düşlüyor ve kendi ölümümüzü arzuluyoruz. Bize biçilen ölme ve öldürme rollerini çeşitlendiriyoruz sadece. Hayal kurduğumuzda egemenlerin hayallerini çoğaltıyoruz. Tahakküm ilişkilerinden canı yananlar ise iktidarın hayallerini kendi hayalleri sanıyor. Düşlerimiz yok, düşlerimiz kurumuş. Sürekli ayrıştırılıyoruz, ötekileştiriliyoruz. Aramızda büyük farklar varmış gibi dayatılıyor bazı veriler bizlere.
60’lı yılların başında, Dr. Kinsey ilk doktora tezini Kuzey Amerika’ya özgü bir yaban arısı türünün üreme sistemi üzerine yapmış. Bu amaçla da, tamı tamına 5,5 milyon arı toplamış. Mikroskop altında en ince ayrıntılarına dek incelenen bu 5,5 milyon arı içinde birbirinin tıpatıp aynısı olan iki taneye bile rastlayamamış. Doğa işte bunca zengin ve çeşitli. Birbirinin benzeri olmaktan öte, aynı gibi görünen her varlığın kendine özgü bir yanı, onu diğerlerinden ayıran bir tarafı var. İnsan denilen yaratık da evrendeki tüm varlıklardan biri olduğuna göre… O da, gezegenimizdeki doğa örtüsü, bitkiler ve böcekler dahil olmak üzere tüm canlı ve cansızlar aleminde olduğu gibi, ayırt edilmez biçimde birbirinin aynısı değil, olamaz da. Her insan, fiziksel yapısının da ötesinde, zihinsel ve duygusal yapısıyla da farklılıklar gösterir. Her olay karşısında başka duygu ve düşünceler geliştirir, farklı tepkiler verir. Doğadan gelen bu farklılık için insanları yargılamak, ötekileştirmek ne kadar doğru peki?
Yukarıda da belirttiğim gibi gerçek; gün gibi ortadayken tarih boyunca bir takım popülist politikacıların sıklıkla basvurduğu yöntemler:
- Birilerini, farklılığına vurgu yaparak ötekileştirmek ve böylece dışlamak…
- Toplum içinde ötekileştirilmiş ve dışlanmış olanı düşman ilan etmek…
- Bu ötekileştirme, dışlama ve düşmanlaştırma sürecinde, başka birilerini de çevresine toplayarak aynılaştırmak…
- Uygun buldukları yer ve zamanda aynılaşanları ötekileştirilenlerin üstüne saldırtmak. Ve böylece güç kazanmak, iktidar sahibi olmak…
Bunun için bahane bulmak da hiç zor değildir onlar için. Ten rengi de olabilir bu, göz biçimi de; ulusal-etnik köken de olabilir, dinsel inanç da. Belli bir coğrafi bölgeye ait olmaktan tutun da, insanların cinsel eğilimleri, hatta ve hatta boy ölçüsü, vücut ağırlıkları bile ötekileştirme nedeni sayılabilir. Bu yöntem, tarih boyunca defalarca denenmiş ve her seferinde hezimetle sonlanmıştır. Çünkü sinsi planların taşeronluğunu yaparken ya da salt kendi maddesel ve tinsel çıkarlarının peşinde koşarken bu yola başvuran siyasiler, her seferinde düştükleri körlük içinde bu sürecin diyalektik sonuçlarını görmekten aciz kaldılar. Ötekileştiren, dışlayan ve ötekileştirip, dışladıklarını düşman ilan edenlerin kaçınılmaz sonu, kendilerinin de ötekileşmesi, dışlanması ve düşman ilan ettiklerinin düşmanı haline gelmesidir! Ötekileştirenlerin bilgisine…
Yazık ki ülkemizde de bu ötekileştirme özellikle son zamanlarda büyük bir ivme kazandı. Bir zamanlar, birilerini “öteki” ilan ederek ve “Beğenmeyen bu ülkeyi terk etsin!” diyerek, bazı yurttaşları babasının çiftliğinden kovar gibi kendi ülkelerinden kovmaya kalkışan devlet erki ve çevresinin ellerindeki kantarın topu kaçmış durumda yazık ki. Kısacası AKP’li olmayan, başkanı övmeyen herkes ötekileştirilmeye ve düşman ilan edilmeye başlandı bile. İster ülke nüfusunun çoğunluğunun yumuşak karnı olduğunu saptadıkları ve kendilerine göre tasarladıkları İslam dinini pazarlasınlar, ister vurgun ve yağmayı kalkınma projeleri diye yutturmaya kalksınlar, bunca insanı ötekileştirirken kendilerinin de ülke içinde ötekileşerek yabancılaştıklarının farkında değiller.
İşsizliğin, geçim sıkıntısının, gelecek korkusunun gittikçe daha da hızlanarak yaygınlaştığı ülkemizde, işçilere ve emekçilere göre ötekileşmiş ve yabancılaşmıştır!...
Bilim yuvalarını medreseleştirmek, bilim insanlarını etkisizleştirerek onların yerine imamları, ne olduğu belirsiz bir üniformaya bürünen intihalcileri getirenler, ülkemin aydınlığına karşı ötekileşmiş, içinde yaşadığımız çağa ve bilime yabancılaşmıştır!...
Hem ülke içinde, hem de sınır boylarında komşu ülkelerle çatışma ve savaş kışkırtıcılığı yapanlar, huzur ve barışa susamış milyonlarca yurttaş karşısında ötekileşmiş ve yabancılaşmıştır!... Kendisine biat etmeyen herkesi azarla, tehditle, yasal oyunlarla susturmaya yeltenenler, satın alınmış medya dışında kalan az sayıdaki gazeteciyi de tehditle, kovuşturma ve tutuklamalarla susturmaya çabalayanlar, demokrasi kavramının içerdiği tüm detaylardan uzaklaşarak ötekileşmiş ve yabancılaşmıştır!...
Başta ABD olmak üzere, emperyalistlerin planlarının baş uygulayıcısı olmak için canını dişine takanlar, Türkiye’yi Suudi Arabistan’a benzetmeye çalışanlar, bir zamanlar nice kan dökülerek emperyalistlerin elinden kurtarılmış olan ülkemizi yeni baştan emperyalizme pazarlayarak kendilerini ötekileştirmiş ve ülkenin bağımsızlığına yabancılaşmıştır!...
Toplum olarak düşünmeye, sorgulamaya, neden sorusunu sormaya çok ihtiyacımız olduğu bir dönem içindeyiz. İktidarın gücünün, performansının damarlarımıza kadar işlemesine izin vermezsek çağımızın hastalığından, yarattığımız bu canavardan sıyrılabiliriz. Beyaz siyahtan, patron işçiden, batılı doğuludan, erkek de kadından farklıyken azınlık kalan, susması istenen, kontrol edilen daima ikinci sayılanlar, aslında gerçek anlamda fark yaratacağı bilinenlerden başkası değildir.
Hem ne demişti ulu önder Atatürk: “Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez." Birlik ve beraberliğimizi sağlamak adına da mücadele edin. Öncelikle olmadık şeyleri düşleyin ve sorgulamaya başlayın her şeyi. Ve hepimiz birbirimizi farklılıklarımızla sevmeyi öğrenene kadar da dışlandığımız için ahlanmak yerine aksine gurur duyalım ve bırakmayalım mücadeleyi…
Arzu KÖK
|