“İlk defa 1924 yılında İzmir’i, İstanbul’u ziyaret ettim. Harp, Osmanlı İmparatorluğu’nu alabildiğine hırpalamıştı. Ama köylüleri, şehirlileri yakından görünce, ne gözü pek insanlar olduklarını kavramış, er geç bu yıkıntıyı ortadan kaldırıp yeni bir düzen kuracaklarına inanmıştım. Ya bu düzen nasıl bir düzen olacaktı?
Zihinleri kurcalayan işte bu soruydu.
Cumhuriyet ilan olunmuş, Atatürk ile arkadaşları işe iyice sarılmışlardı, ama bu coşkunluğun ne gibi sonuçlar vereceğini o zamandan kestirmek kolay değildi.
1954′te Türkiye’yi yeniden gördüm.
Bu kısa inceleme gezisi sırasında hayranlık, hatta minnet duyduğumu söylemeliyim. Minnet duygusu diyorum, çünkü yeni Türkiye, sadece harplerin, ihtilallerin sarsıntısı değil, aynı zamanda bütün uygar ulusları susadurduran genel buhranın yumruğu altında çile doldurmakta olan dünyamızda güvenebileceğimiz muvazene unsurlarından biri haline gelmeyi bilmiştir.”
Yukarıda alıntıladığım sözler Georges Duhamel (1884-1966)’e ait. Fransız Hükümeti adına “yerinde inceleme yapmak üzere” Türkiye’ye gelir. Görevi, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin o günkü durumunu inceleyip elde ettiği bilgiler konusunda Fransa kamuoyunu aydınlatmaktır. Aynı zamanda bir tıp doktoru olan Duhamel, sayısız yapıtlar vermiş büyük bir inceleyici-yazardır. Bu seçkin niteliğinden dolayı Fransız Akademisi üyeliğine seçilmiştir. “Çağının tanığı” olarak da ün yapmıştır.
Türkiye izlenimlerini LA TURQUIE NOVELLE/ Puissance d’occcident (YENİ TÜRKİYE/ Batılı bir güç) adlı kitapta toplamıştır. Buradan alıntılar yapmaya devam edeceğim biraz daha. Zira bu alıntılar sonrasında birkaç soru yöneltmek istiyorum okurlarıma.
“ … Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntısı üzerinde yeni bir ulus yükselmiştir; bu ulusun öyle alabildiğine olmamakla birlikte kendine yetecek kadar toprağı vardır, bu ulus sağlamdır, gözü pektir. Yabana atılmayacak tabiat zenginliklerine sahiptir, bunlardan yararlanmasını bilir, gözü komşu ülkelerin toprağında değildir, ancak bilgiyle, emekle kalkınabileceğine inanır, yedisinden yetmişine kadar bu inancın ateşiyle yaşamaktadır…
Kendisine haklı olarak Atatürk, yani Türklerin atası denilen Mustafa Kemal, beslediği umutları, giriştiği işleri bir yaygara konusu yapmaksızın çalışmıştır. Bunun içindir ki söz konusu bu göz kamaştırıcı eserin büyüklüğü tam olarak bilinmemektedir…
Türkler arasında dinsel sorunlar bir ikicilik yaratıcısı olmaktan çıkmıştır… Kadınların yaşamında temelli bir değişme, güçlü bir ordu, okullar, fakülteler; tarımda, sanayide ilerleme ve Anadolu’nun göbeğinde yoktan var edilen bir başkent, Ankara…
Halkın sağlık durumu iyi. Türkiye’de bakıcılardan, üfürükçülerden çok doktora itibar var. Şarlatanların, alaylı hekimlerin ortalığı nasıl haraca kestiğini görmek için bugün Fransa’da olmak gerekir. Atatürk’ün yolunda aksaksız olarak yürüdükçe, bu koca ülkenin yemyeşil, tepeden tırnağa verimli kılınması içten bile değil…”
Evet bu alıntılar neler anlattı size? Türkiye’nin ve Türk insanın kısa zamanda geldiği o muhteşem değişimi çok da güzel anlatmış değil mi? Şimdi dönüp kime sormak gerekiyor; Duhamel’in görüp anlattıklarından sonra bu ülke nasıl bu hale geldi/getirildi?
Diz boyu yoksulluk, can güvenliği sorunu, kapkaç, tecavüz, kadın cinayetleri, işsizlik, gasp, hortumculuk, rüşvet, yolsuzluk, insani değerlerde yozlaşma, sağlık problemi, eğitim niteliğindeki düşüş, dinin ikicilik yaratmaya başlaması, medyumlar, falcılar, üfürükçüler, komşu ülkelerle yaşanılan sorunlar, ölen adalet…
Tüm bunlar ülkemize nerden, nasıl geldi getirildi? Artık bu ülkenin aydınlarının öncelikle bunun analizini yapmaları ve çözüm yollarını üretmeleri gerekir. Ki çözüm yolu aslında çok basittir: Atatürk ilke ve inkılaplarını yol haritası yapmak… Ne duruyorsunuz?...
Arzu KÖK
|