Çocuk yapboz yapmaktan sıkılıp legolarını döküyor yere, kocaman bir kule inşa etmeye koyuluyor. Sonra yaptığı kulenin en tepesine oturup bulutlara dokunmayı hayal ediyor. Ardından kuş sesleri; cik cik cikkk... Hayalinde çok mutlu, gülümsüyor… Tam o esnada ayağına lego takılan ablası; “ne biçim çocuksun!” diye bağırıyor. Kule yıkılıyor, kuş uçuyor, bulutlar uzaklaşıyor, çocuk ağlamaklı…
Çocuk elindeki bardağı düşürüp kırdığında tiz bir ses yükseliyor; “sakar” diye. Boynunu büküp gizleniyor çocuk masanın altına, susuzluğuyla birlikte…
Çok neşeliydi o gün, kendince güzel bir şarkı söylemeye başladı bağıra bağıra. “Kes sesini, başımı şişirdin” dedi annesi. Sesini kesiyor ve şarkı söylemek istemiyor artık…
Kardeşi oyuncağını sakladı bir gün. Geri almaya çalışırken didişti biraz kardeşiyle. Tam o esnada babası geldi: “Sen büyüksün, utanmalısın!” dedi. Oysa sadece bir yaş büyüktü.
Utandı çocuk, hakkını aramaktan vazgeçti. O gün bugündür o ve onun gibi bir sürü çocuk hakkını aramaktan vazgeçip koca bir toplum haline geldi.
Hakkını aramayan insanların her gün onlarcasıyla karşılaşıyoruz. Yanımızdan geçiyorlar, arkamızda bekliyorlar. Bu sebeple zamanlarını, paralarını, sağlıklarını, itibarlarını kaybedebiliyorlar. Özellikle Türkiye'de, özellikle resmi işlemlerde, özellikle hizmet sektöründe. Sanki birileri çıkıp onlara “Hakkını aramak senin hakkın değil” demiş de sinmişler köşelerine…
Oysa haksızlıklara karşı direnme hakkı ve ödevi insan olmakla, iyi bir vatandaş olmakla eşdeğerdir. Bunun için şu veya bu koltuğa ihtiyaç yok. Bir dolmuş şoförünün küstahlığından, hükümetlerin yaptığı haksızlıklara kadar her kademede kanunların sınırları içerisinde direnmeyen vatandaş sayılmaz aslında. Ancak susan bir robot denilebilir ona… Susan robotlardan oluşan bir toplum ise ileri ve haysiyetli bir toplum sayılmaz. Böyle bir toplum ise asla uygarlık seviyesine ulaşamaz.
Bir ülkede şoför hakkından fazlasını istemek ve de zorla almak cesaretini kendinde bulursa, esnaf müşterisini rahatlıkla kazıklarsa, müteahhit en fahiş kârla hükümeti ve vatandaşı kazıklarsa, birileri sırf kıyafetini beğenmedi diye sokak ortasında kadınları dövmeye kalkıyorsa böylesi bir ülkede vatandaş da hükümet de yok demektir. Çünkü batılı anlamda vatandaş demek, hükümet güçlerinin, polisin ve jandarmanın bulunmadığı yerde, kanuna ve kanun egemenliğine sahip çıkan kişi demektir. Yani bir anlamda, kendi haklarına ve onuruna sahip çıkması, bunun için de gerekiyorsa direnmesiyle, kanunları harekete geçirmesi gereken kişidir vatandaş...
Bir düşünsenize aslında insanlık ve erdem adına kazanılmış bütün zaferler, aslında haksızlıklara karşı direnişlerin tarihinden başkası mıdır? Sokrates, baldıran zehrini içerken, inançları uğruna direnişini en soylu biçimde hayatıyla değerlendirmiyor muydu?
Galile’den Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin’e; Jean d’Ark’tan 1968 işgalini Vaslavsky Meydanı’nda kendisini yakalayarak protesto eden Çekoslavakyalı felsefe öğrencisi Jan Palach’a kadar, insanlığın altın sayfalarında ölümsüzleşen nice kahraman, Zulme ve haksızlığa karşı direnen insanlar olarak, yalnız kendi çağlarına değil, gelecek zamanlara da anlam katmış ve katmaya da devam edeceklerdir.
Tabii bir de ülkemizin problemlerine sahip çıkmak zorunluluğunda olan aydınların, bu sorunları su üzerine çıkarmaya, bunlara çözüm yolu bulmaya, kendi olanakları ölçüsünde eyleme geçmeye mecbur değil midir? Oysa ki bizim aydınlarımız çoğunlukla toplumu ezen haksız güçlerin yanında yer almaktadırlar. Türlü hesaplarla, korkup susarak ya da “eyyamcı” olmayı en akıllı, en gerçekçi hayat
felsefesi zannedecek kadar silik ve bencil olduklarından… Bu aslında aydınların kendi varoluşlarını inkâr etmelerinden başka bir şey değildir.
En basit vatandaşlık ödevimizi yapabilmek, sadece kanunlara ve toplumumuza değil, ilkin kendimize saygı duymamızla olasıdır. Her şey, tüm çözüm yolları aslında bu çok kolay gibi görünen vatandaşlık görevimize gelip dayanmaktadır aslında. Bilinmelidir ki; bütün bunalımlar, ülkemiz adına bizi üzen her şey, aslında vatandaşla başlayıp vatandaşla biten bir sorumluluk mekanizmasının iyi işlemesinden başka bir şey değildir. Vatandaş, siyasal tercihlerinden tutun da eylemlerine kadar, sorumluluk bilinci isteyen her davranışında kendi yanında değil, kendi karşısında yer almaktadır ne yazık ki. Oysa yolsuzluklara, kanunsuzluklara karşı direnmek her vatandaşın en önemli görevidir. Gerçi bu ülkede hakkını arayanlar da türlü işkencelerden geçirildi, asıldı, cop darbelerine, biber gazına, tazyikli sulara maruz kaldı ama bunlar hep yıldırma, hakkını aramaktan vazgeçirme taktikleri değil midir?
Haksızlıklara karşı susan insanlar kendileri gibi birini yarı ilah haline getirir. Çevre dalkavuklaşır, kölelik başlar… Ve toplumun dramı nice kanlı kavgalara sahne olur, bir çember içine sıkışır. Ki sonuçlarını bugün son raddesine kadar görmekte değil miyiz?
Güzel yurdumuzu bu çemberden kurtarmak adına haksızlıklara karşı direnmek ve gerçekleri apaçık haykırmak zorundayız. Bu vatanı her türlü siyasal çıkarların üzerinde tutarak ve aklın yolunda kavgayı sürdürmek bir zorunluluktur. Haklarınızı korumak adına daha ne duruyorsunuz?...
|