Son zamanlarda herkesin dilinde “sonuçlardan razı olanlar beter olsunlar” sözcükleri dolanıyor. Sonra arkasından da ekliyorlar “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir” sözünü. Bu söz kuvvetler ayırımı esasını ortaya atan, yazdığı kitapta yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden ayrılmasının önemini belirten Fransız politik düşünür Montesquieu’ ye ait.
Günümüzden 329 yıl önce doğan bir filozofun söylediği sözün bugün de geçerliliğini sürdürmesi ve hâlâ kullanılıyor olması neyi çağrıştırıyor sizlere? Ulusu oluşturan bireylerin niteliği ile o ulusun yönetenlerin arasında bir korelasyon (biri olmadan öteki düşünülemeyen iki şey arasındaki ilişki) olduğunu vurgulayan bu cümle Atatürk’e, İnönü’ye, Bismarck’a, Churchill’e, Hz. Muhammed’e… vb.. mal edilerek de söylenegelmiştir.
Montesquieu’den bir buçuk asır sonra doğmuş olan başka bir düşünür Nietzsche: “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!” diyor. Bazılarının kızdığını görür gibiyim ama bu sözü söyleyen ben değilim… Katılıp katılmamak da size kalmış…
"Beter Olsunlar!" diyenlere aslında Yakup Kadri, YABAN romanındaki şu paragrafıyla sesleniyor: "Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin."
Şimdi biz de soruyoruz o lafı kullananlara ve diyoruz ki ne ektiniz de ne biçmeyi bekliyorsunuz?
Türk Devrimi, Atatürk’ün kendi anımsatmasıyla, “Yalnız Türk ulusu için değil, bütün uygar insanlık için üzerinde dikkatle durulmaya değer bir hareket” olmasına karşın, evrensel ölçekte yol gösterici niteliği ulus, yurt ve devletimizin hizmetinden uzak tutulageldi yıllardır.
Bu baltalama yazıktır ki 1960’lardan başlayarak özellikle sol ve sağ doktriner bakışlı örgütlü saldırılar eşliğinde ve belki de sistemli bir şekilde yapıldı. Ancak Atatürk’ü önyargısız ve toplumbilimsel içeriğiyle incelemesini bilenler O’nun demokrasi uygarlığına yaptığı bu büyük ve kalıcı katkıyı görebiliyorlardı. Görmeyenler ise onun altını oymak adına yıllarca mücadele edip bugünlere getirdiler ülkemizi. O nedenle şimdi kimsenin şikâyet hakkı kalmamıştır.
Atatürk’ten sonra yalnız demokratik devletçi ekonomi ve özellikle sanayi ve demiryolu atılımı ile toprak reformu değil, demokratik-halkçı eğitim devrimi de ters yüz edilmeğe, örneğin Köy Enstitüleri kapatılmaya başlandı. Okullarda demokratik düzenin bilgileri, kurum, ilke ve ölçüleri, değerleri öğretilmez oldu. Atatürk’ün özel olarak bu konuları işlemek üzere kendi eliyle yazdığı ve herkesçe özgürce irdelenip eleştirilerek okunması için Prof. Afet İnan’ın adıyla yayınlanmasını uygun gördüğü YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER adlı kitap bile 1939’dan sonra okullarda okutulmaz oldu!...
Bunlar sayabileceklerimiz sadece bir kısmı…
Şimdi çıkmış diyorlar ki: “ Biz komprador müteahhitleri bir yerlere taşıma aracı değiliz. Biz kimseye kul olmayacağız, biz özgür bireyiz. Bize liderlik yapacakların, liderlik vasıflarına göre ve bilgi birikimine göre onları kabulleniriz. Biz toplumun din, mezhep ve ırk temelinde ayrıştırılmasının sakıncalarının bilincindeyiz. Biz bu tür ayrıştırmalara şiddetle karşıyız...” Ne güzel de diyorlar değil
mi? Ama söylediklerinin tam tersini yapıp sadece kolay olanı seçim bugüne kadar gelişmesine tek katkı vermedikleri toplumu suçlayıp “Beter Olsunlar!” diyerek çekiyorlar kendilerini bir kenara.
Aslında söylenecek söz çok ama…
Sadece yine Montesqueiu’nin bir geliyor aklıma yine: “Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden daha fazla ise o ülke batar”
İstediğiniz bu mu?
Arzu KÖK
|