Henüz yapım aşamasında olan 3. Havalimanında eylem var bu günlerde. İşçiler yemeklerin sağlıklı koşullar altında yapılmasını, maaşların ödenmesini, servis sorunun çözülmesini, yatakhane ve banyoların temizlenmesini, tahtakurusu probleminin çözülmesini talep ediyor. Ne kadar insani talepler değil mi? Ama gözaltılar bitmiyor. Şartları düzeltmek yerine işçilere gözdağı verilme çabası söz konusu. Ne acı değil mi? Oysa istedikleri sadece insani şartlar altında çalışmak, çalışabilmek.
Unutmayın ki bu insanlar katil değil, hırsız değil, ülkeyi yandaşlara peşkeş çekmediler… Fabrikaları, kamu mallarını, yaylaları, akarsuları, kentleri talan etmediler… Köle gibi çalıştırılmaya itiraz edip haklarını istiyorlar. İnsanca yaşamak istiyorlar sadece. Sessiz kalmayın!...
Gerçi bu havalimanı projesi ilk kararın alındığı günden beri tartışma konusu oldu. Zira İstanbul’un nefesi bilinen Kuzey Ormanları seçilmişti havalimanı yeri için. O günden bugüne binlerce ağaç katledildi, belki daha da katledilecek.
Şimdi bir de havalimanının bitimine az bir süre kalınca isim konusu geldi gündeme. Akıllarında bir isim var. Bizler kapanacak olan Atatürk Havalimanı’nın adının verilmesini istiyoruz ama düşünüldüğü söylenilen isim Abdülhamit Han… Şimdi size tarihten iki olay anlatayım da siz ne düşüneceksiniz görelim. İlk olay Abdülhamit döneminde diğeri Atatürk döneminde yaşanan…
1- 113 yıl önce birkaç Rus savaş gemisi, Karadeniz'de karasularımıza tecavüz ederek Terkos açıklarına demirledi! Ruslar İstanbul'u tehdit ediyor ve Halim'in asılmasını istiyordu.
Bu savaş ilanı sayılırdı. Osmanlı'nın cevabı, ÇİÇEK ile karşılamak oldu Rusları!
Halim Sivaslıydı. Manastır'da askerdi. Askeri karakol önünde nöbet tutarken tanımadığı sivil biri gelip "niye selam vermedin?" diye çıkışmıştı. Bu kişi Manastır Rus konsolosu Rostkovski idi. Osmanlı askerlerine, yabancı konsolosları selamlamak zorunluluğu getirilmişti
Rus konsolos haddini aşan tavırlarıyla bilinen, Türk ahali ve askerlerine kötü davranışlarına defalarca şahit olunmuş biriydi. Konsolos hiddetlendi, Halim'e hakaret ederek kamçısıyla vurmaya başladı. Halim silahına davrandı.
İşte bu olay sonrası Rus gemileri Sivaslı Halim'in cezalandırılması için İstanbul'a dayandı!
Ruslar çiçeklerle karşılandıktan sonra Manastır'da mahkeme kuruldu: Sadece Halim değil yanındaki nöbetçi dahi idama mahkûm edildi! Oysa kendisine hakaret eden, vuran konsolosu öldürdükten sonra silahını Enver Bey’e teslim etmiştir. Olayın şahidi Enver Bey mahkemeyi de takip etmiş, idam kararını engellemeye çalışmış ise de başaramamıştır.
Beklenti, karara rağmen idamların saray tarafından hapse çevrilmesi yönündeydi. Zira Rus konsolosun haddini aştığı herkes tarafından bilinmekteydi. Ayrıca Osmanlı askeri "üniformalı konsoloslara" selam vermekle yükümlüydü. Oysa o gün konsolos sivildi ve Halim'in onu tanımaması normaldi. Ve bir gün, beklentilerin aksine Halim ve Abbas asıldı! Olayla hiç alakası olmayan, Türk askerler lehinde tanıklık eden ya da bu haksızlığa itiraz eden birçok subay azledildi, hapse atıldı.
O gün Türk askerlerinin idam edilmesi için baskı yapmak amacıyla karasularımızı işgal eden Rus savaş gemisini çiçekle karşılattığı bölgenin kıyısında yapılıyor 3. Havalimanı.
Manastır'da hakaret edip kırbaçladığı Osmanlı askeri Sivaslı Halim tarafından vurulan Rus konsolos, bugün hala anılıyor. Ancak Sivaslı Halim ve sadece orada bulunduğu için asılan Abbas'ın mezarı bile belli değil.
2- 1934 yılının Temmuz ayı... İngiltere’nin Akdeniz filosu, Akdeniz’de (Aynen günümüz ABD’nin 6. Filosu gibi) dolanıp durmaktadır. Bu filo, Adalar Denizi’nde (Ege’de) Sisam Adası yakınına gelir. Birkaç İngiliz askeri tekneyle Kuşadası’nın Dipburun yöresindeki Kanapiçe Koyu kıyısına yaklaşır. Denizciler karaya çıkar.
Tam o sırada Dipburun Karakol erleri “Dur! Teslim ol!” diye uyarır. İngiliz askerleri Mehmetçiğin bu uyarısını dinlemeyip, teknelerine doğru kaçarlarken, Balıkesirli Er Musa şaşmaz tüfeğinin tetiğini arka arkaya çeker. İngiliz subaylarından birisi ölü olarak denize düşer, diğerleri ise ağır biçimde yaralanır. Kuşadası Kaymakamı Dilaver Argun Ankara’yı bilgilendirir.
İngilizler öfkelidir: Dün kurulan zayıf bir devletin askeri, nasıl olur da İngiliz askerini öldürür! Bu olacak şey değildir. Türkiye toprağı ne demekmiş? Her İngiliz, izinsiz olarak her devletin toprağına ayak basabilir! Bu öfke selinde görüşmeler başlar. İngilizler “Er Musa’nın kesinlikle cezalandırılmasını” isterler... Ve çok geçmeden daha büyük bir donanma ile Kuşadası kıyılarına yanaşmak için harekete geçerler. Hükümet bu gelişmeleri, Bolu’yu ziyaret etmekte olan Atatürk’e 18 Temmuz akşamı telgrafla bildirir.
Olayı öğrenen Atatürk ne yapar dersiniz? Atatürk, ‘Atatürk gibi’ iş yapar! O an Cevat Abbas’a Ankara’ya iletilmek üzere “Türk askeri, kendisine düşen vazifeyi yapmıştır” der ve Bolu’dan ayrılır. Hükümet ise Kaymakam Dilaver Ergun’a bir takdirname ve para ödülü gönderir. Bu arada, Ege bölgesindeki birlikler kısmi seferberlik durumuna geçirilir. İzmir Müstahkem Mevki Komutanlığı birlikleri, Balıkesir’den 2. Kolordu ile Afyon’daki 1. Kolordu bölgeye doğru yola çıkar! Karar kesindir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten iktidar, “Er Musa için” dünyanın ‘kabadayısı’ İngiltere ile gerekirse savaşacaktır!
Bu kararlılık karşısında İngiliz elçisi, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı ziyaret etmek zorunda kalır. Atatürk’ün Bakanı, Atatürk’ten aldığı talimat üzerine Elçi’yi hiç konuşturmadan, “İngiliz askerlerinin bağımsız bir devletin topraklarında ne işi vardır?” gibi seri sorularla bunaltır... Tehdit için gelen Elçi, sonunda özür diler ve sorun böylece kapanır.
Şimdi ben tarihte yaşanmış, iki olayı sundum ve sizlere soruyorum: 3. Havalimanına, 1933'te Kanapiçe Koyu'nda görevi gereği bir İngiliz subayı vurup diğerini yaralayan Balıkesirli er Musa için İngiltere ile savaşı göze alan Atatürk'ün ismi mi, Sivaslı Halim ve Abbas'ı Ruslar istedi diye asan Abdülhamit Han'ın ismi mi daha çok yakışır?
|