Cumhurbaşkanı 31 Mart seçimleri kapsamında seçim çalışmalarına devam ediyor. Ardahan'da konuşan Cumhurbaşkanı, 65 yaş üstüne sağlanan ücretsiz ulaşım hakkına ilişkin, “Biz 65 yaş üstüne bedava yaptık. 65 yaş üstündeki vatandaşım elden ayaktan neredeyse kesiliyor. Onlar bedava kullanıyorlar. Ve bunlar sırtında küfe yok.” dedi.
Açıkçası bu haberi gördüğümde inanamadım. Birileri bir şaka yapıyor sandım. Zira daha kaç gün önce Cumhurbaşkanı da 65 yaşına basmamış mıydı diye düşündüm. Hani kendi bulunduğu yaş kuşağını nasıl bu şekilde anlamlandırır dedim kendi kendime. Sonra baktım ki haber doğru. Bu doğruluk kesinleşince de aklıma bin bir soru geldi?
Mesela madem 65 yaş elden ayaktan düşme yaşı ise neden emeklilik için o yaş sınır olarak kondu? 65 yaşında elden ayaktan düşmüş insan gençlik yıllarında sarf ettiği emeğin tadını ne zaman çıkaracak? Bu insanlara o zaman siz hiç yaşama, yaşamdan zevk alma hakkı tanımıyorsunuz demektir. Ya da elden ayaktan düşme yaşına geldiği halde çalıştırdığınız o insanların ekonomiye ne katkısı olacak? Onca genç açıktayken?
TÜİK verilerine göre Türkiye'de 65 yaş üstü nüfusun çalışma oranı yüzde 17 arttı. İyi bir şey mi bu? Hadi Polyannacılık yapalım ve diyelim ki Türkiye insanının genç ruhunun yansıması diyelim de değil. Yazık ki arkasında büyük bir dram gizli. Çalışmak tabii ki her yaşta güzel. Ancak mecburiyet işin içine girdiği zaman, hayat drama dönüşüyor. Gençlik yıllarında sarf ettiğiniz emek, yaşlılığınızı taşıyamıyor. Yaşlılıkta iş yükünü kaldıramıyor. Bu çıkmazda hayatınızı hiç mola vermeden çalışarak yaşamanıza sebep oluyor.
Oysa pek kişi emeklilik sonrası için hayal kurar bu ülkede. Ancak tüm o, emeklilik sonrası yerleşilecek olan sahil kasabası, huzurlu bir yaşam hayal olarak kaldı. Oğlanın okul masrafları, kızın düğünü derken yetmedi gene gençliğimizin emekleri, iş kaldı yaşlılığa. Oysa ki çoktan hak edilmiş olmalıydı gençlik yıllarında kurulan hayaller. Kimi torun büyütmeliydi, kimi bahçesini ekip biçmeliydi. Yıllar yılı iş hayatında yıpranan ruhunu dinlendirmeliydi. Yabancı emeklilerin yaptığı gibi dünyayı gezebilmeliydi belki de. Ama hayat şartları gene izin vermedi. Yılların yorgunluğunu taşıyan bedenler; gene iş başında. Gene ay başı, ay sonu hesapları, çarşı pazar telaşı… Geçmiş yıllarda da böyle değil miydi zaten? Gene ay sonu zor getirildi. Yıllar geçti, şartlar değişmedi. Hayalller mi? Onlar orada bir yerde duruyor öylesine…
İstenilen, maddi endişelerin olmadığı bir yaşlılık geçirmek aslında. Ancak ülke verilerine göre artan bir endişe söz konusu. Her yaştaki insanı geçim derdi sarmış. Çalışan genç nüfus istiyoruz biz. İşsiz gençler değil, yorgun yaşlılar değil. Bir de emeklerimizin güvencesinde olsun istiyoruz yaşlılığımız. Fazla bir şey değil aslında. Bizim de gülen, mutlu yaşlılarımız olsun. Hayata endişeyle değil, güvenle bakabilen.
ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, insanların hayatındaki en mutlu dönem 50. yaştan sonra başlıyor. New York’taki Stony Brook Üniversitesi tarafından 340 bin kişiyle yapılan ankette, katılımcılara “neşe, mutluluk, stres, endişe, öfke ve üzüntü” hislerini ne oranda hissettikleri soruldu. Ankette, stres ve öfke hissinin 20’li yaşlardan sonra azaldığı ve insanların 50 yaşlarından sonra daha az endişe duymaya başladığı belirlendi. Bu yaştan sonra da sabit kalan tek olumsuz duygunun üzüntü olduğu bulundu. Stony Brook Üniversitesi’nden Psikolog Dr. Arthur Stone, “İnsanlar, kronik hastalıkların baş göstermesiyle hayatın kötüye gideceğini düşünür ancak böyle olmuyor. Çünkü 50 yaşından sonra insanlar aile ve arkadaşlar gibi iyi şeylere odaklanıyor” dedi.
Bu araştırmayı okuduğumda açıkçası gülümsedim. Dedim keşke bu araştırma Türkiye’de yapılsaydı diye düşündüm. Zira eğer burada yapılmış olsaydı bu araştırma çıkan sonuç bunun tam tersi olurdu.
Zira Türkiye’de yaşlılar ve emekliler mutsuz. Mutsuz oldukları içinde sevdikleri şeyleri yapamıyorlar, hayata tutunamıyorlar, sürekli bir endişe duygusu içerisinde yaşıyorlar. Bu nedenle de üretemiyorlar.
Dünyaya baktığımızda yaşlılıktan, emeklilik sonrası ne cevherler çıkmış ortaya… Mesela:
* Harry Bernstein, 2007'de 96 yaşındayken çıkan anı kitabı The Invisible Wall: A Love Story That Broke Barriers ile şöhrete kavuştu.
* Anna Mary Robertson Moses, bilinen ismiyle Büyükanne Moses, resim kariyerine 78 yaşında başladı. 2006 yılında resimlerinden biri tam 1.2 milyon dolara satıldı.
* Harland Sanders, bilinen adıyla ise Colonel Sanders, 1952'de KFC'yi kurduğunda 62 yaşındaydı.
* Laura Ingalls Wilder, 1932'de ilk kitabı Little House'u çıkardığında 65 yaşındaydı. Sonrasında ise çocuk edebiyatı klasikleri arasına girmeyi başardı.
* Marina Abramovic, dünya çapında üne kavuştuğunda 64 yaşındaydı.
Bunlar sadece birer örnek. Araştırmaya dönersek, tuzu kuru ülkelerde ‘Mutluluk 50 yaşından sonra başlar’ sözünü kullanmak doğrudur. Adamlar, düzenlerini kurmuşlar, güvencelerini sağlamışlar, hastalık ve ölüm olaylarını en arkalara atmışlar, 90’lı yaşları yaşamayı garantilemişler. Ektiğini biçerken, armut ağacının altında uzanıp armutları toplayıp yerken elbette mutluluk orada fazla olur. Türkiye’de 50’li yaşlardan sonra sıkıntılı bir dönem başlar. 50’li yaşlardan sonra her anlamıyla dış dünya size kapalı olur. El monoton hayat! Geçim derdi büker öncelikle belleri. Çocuklar evlenmek ister, sizde para yok, pul yok bir sürü masraf var. Kredi kartlarının borçlarını emekli maaşıyla ödemeye çalışırsınız. Yani Türkiye’de “50 yaşımdan sonra mutluyum, mutluluğu bu yaştan sonra yakaladım” diyen yüzde 10 oranında bile çıkmaz.
Yabancı ülkelerde 50’li yaşlardan sonra düzenlerini kurmuş oluyorlar, emekli maaşları da iyi oluyor, dünya turuna çıkıyorlar. Sağlık güvenceleri de var, tabii ki mutlu olacaklar ayrıca bütün kapılar onlara açık oluyor. Yabancı ülkelerle bizim ülkemiz asla kıyaslanmaz. Bizim ülkemiz kendine özel dertleriyle, aydınlığa kavuşma savaşı verirken nedense aydınlık yolunda meşale taşıyanlara çelme takılıyor. Mutlu olacağınız varsa bu nedenle olamıyorsunuz.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Cumhurbaşkanı sizi elden ayaktan düşmüş yaşlılar olarak niteliyor ki gelin ki mutlu olun… İşin ilginç tarafı ise kimse de sormuyor: “Bizi sefalete mahkûm eden düzeni değiştirseydiniz bugün bu halde olmazdık.” demek…
Arzu KÖK
|