10 yaşındaki kızının “Anne lütfen ölme!” diye haykırışı hiçbirimizin kulaklarından silinmesin istiyorum. Yarın hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam etmeyelim istiyorum. Emine’nin “Ölmek istemiyorum!” çığlığı kadın katliamlarının son çığlığı olsun istiyorum. Ama olmuyor.
“Ölmek istemiyorum!” çığlığı son yıllarda öldürülen tüm kadınların çığlığı, “Anne lütfen ölme!” haykırışı ise annesiz kalan tüm çocukların feryadıydı aslında. Ancak gözler kapalı, kulaklar sağır. Görmüyorlar, duymuyorlar, bu çığlıklar son bulsun diye çaba harcamıyorlar.
Türkler kırım ve kıyımla Müslüman yapıldıktan Atatürk'e gelinceye kadar hiçbir devlet yöneticisi; kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olduğu konusunda bir tek adım atmamıştır. İşte tüm bu ölümler de bunun sonucu değil mi?
İslam şeriatı; kadınları alıp satılan bir meta yerine koymuştur. Tarihte hiçbir hükümdar cariye kepazeliğine karşı olmadığı gibi; istediğini istediği zaman yatağına almak için hareminde yüzlerce cariye bulundurmuştur. Hülle gibi kadının onurunu ayaklar altına alan uygulamayı sürdürmüş; Erkeklere üç kez boşsun; diyerek karısını sokağa atma ayrıcalığı tanımıştır. Mahkemede bir erkeğin tanıklığına iki kadının tanıklığını şart koşmuş; mirasta kadının payını erkeğin yarısına indirgemiştir. Ayrıca: Erkeklere kusurlu bulduğu karısını dövmeye varıncaya kadar zor kullanma hakkı tanımıştır.
Medeni Kanun bütün bunlara son veren ve kadınlarımızı erkeklerle eşit yurtaşlar olarak tüm dünyaya ilan eden bir ilkeler anıtıdır. Ancak hiçe sayılmaktadır günümüzde. İslam şeriatı uygulanır olmuştur. Sonuç mu “Ölmek istemiyorum!”çığlıkları atarak ölen kadınlar.
Rakel Dink'in zihnimize kazınmış o cümlesini hiç unutmayalım: "Bir bebekten katil yaratan karanlık..." Ogün Samast da, çocuğunun önünde eşini en zalim biçimde katleden vicdanı ölü katil de bir zamanlar bebekti. Onları katil yapan süreçler farklıdır. Fakat onları katil yapan süreçler vardır ve bu madde her yönüyle tartışılmalıdır. Bugün tanık olduğumuz vahşet ne ilk ne de son olacak yazık ki. O nedenle bir insan nasıl bu hale gelir, bunu konuşmak gerek; toplumsal bakımdan, hakim sosyo kültürel durum bakımından, değişen üretim ve tüketim alışkanlıkları bakımından, bütün hususiyetleriyle konuşmak gerekiyor.
Kadın cinayetlerinin artması ve hatta dehşetengiz şekillerde gerçekleşmesinin sebepleri nelerdir? Örneğin bundan elli yıl önce o günkü nüfus içinde bu şekilde işlenen cinayet oranı neydi, bugün ne? Tabii ki bu tartışmanın istisnası katillerin akıl hastası olduğu olaylardır. Ancak burada da hastalığın genetik mi olduğu yoksa sosyal nedenlere mi dayandığı sorusu çıkıyor karşımıza.
Gündemimizdeki yerini hep canlı tutan bir konudur toplumumuzun yozlaşması. Televizyon ve internet bu yozlaşmanın lokomotofidir. Bu lokomotif çirkin ama işlevsel mimariyle, tüketim alanındaki ağır kapitalist propagandayla, kadın-erkek ilişkisinin muhtevasına kötücül ameliyatlar yaparak yukarıdan aşağıya bir dizayna hizmet ediyor. Yukarda küresel serbest piyasa egemenleri, aşağıda insanlıktan çıkarılmış bir kişinin kızı önünde o kızın annesinin boğazını kesmesi ve bu vahşetin bizlere izletilmesi. Ne tarafından baksanız korkunç.
Çocuk doğar doğmaz en çok cinsiyeti ilgilendirir anne ve babaları... Hatta şimdilerde, doğmadan önce merak ediliyor! Anneler bile oğlu olmayı talep eder inandığı güçlerden! Babalar kızım bir bardak su ver der on yaşındaki kızına da, ikizi oğluna layık görmez su vermeleri! Anne ağabeyine karşı gelen kızının başına dünyaları yıkar da, ablasına karşı gelen oğluna “erkek oldu benim oğlum” der onurlandırır, kızına “sen sus o erkek” diyerek aşağılar kızını!
İlkokulda kızlara hep çiçek rolü verilir, erkekler savaşçı! Koşarak ortalığı toza boğan erkek çocuğu, “oğlum neden ortalığı toza beliyorsun” diye azarlayan öğretmen, kız çocuğu “kızım utanmıyormusun, erkek gibi hareketler yapmaya” diye azarlar! Ortaokulda kız öğrencinin sırasına oturan erkek çocuk erkekçe azarlanır, kızlar ise utanma meselesi yapılarak! Lisede kızlı erkekli dolaşanlardan kızımıza, “başına bir iş gelmesinden korkmuyor musun” diye nasihat ederiz, oğlumuzun başına bir iş gelmesinden zerre kadar endişemiz olmaz!
Evlilik çağında, başlık parası olmadığı yerlerde bile kızımıza değer biçeriz, düğünde hangi takı ve hangi eşyaları alacaksınız diye! Dünyalar güzeli bir kızımızı yakışıklı sevgilisine layık görmeyiz eğer çulsuz tabir ettiğimiz yoksullardan biriyse! Evlenince, erkeğin kahvede veya barda zaman geçirmesi defo sayılmaz ama kadının geç gelmesi hem komşuları tarafından ayıplanır, hem de yasalar karşısında boşanmaya kadar vardırır işi! Erkek ayrılmak istiyorsa kadından, iki tanık veya her hangi bir resimle işi bağlar da; kadın bir sürü zırvalıkları kanıt olarak gösterse bile zorlaşır ayrılıklar... Ayrılsa bile erkeğin namusu olarak kalır ahlaksız belleklerimiz ve yasalar nezdinde!
Cumhurbaşkanı çıkıp, “ben kadınla erkeğin eşit olacağını kabul etmiyorum” diyebiliyorsa... Yargıçlar, birlikte içki içmişse tecavüze uğraması normaldir der! Diyanet kadının diz kapağını bile şehvet unsuru görüp, “annenin diz kapağından tahrik olmak normaldir” derse, normal giyimli kadına sapıklar saldırır ve sapık olarak adlandırılmak yerine, “dişi kuyruk sallamasa” benzeri ahlaksız benzetmeler beyinlere kazınır! Aile bakanı “bir kereden bir şey olmaz” derse cinsel saldırılar ve kadın cinayetleri normalleşir! Sürekli şiddet gören bir kadın evi terk edince, çevresi ve akrabalarının baskıları yetmiyormuş gibi, birde televizyon kanallarında “çocuğunu nasıl bıraktın” diyen proğramlara maruz kalıyorsa, kadınlar her zaman ölümle burun buruna yaşamak zorunda kalır! Tüm bunların sonunda da kadınlarımız ölmek durumunda kalır. Ne yazık ki öldürenler de hak ettikleri cezayı almaz, bir süre sonra salıverilirler hiçbir şey yapmamış gibi… Bir sonraki ölüme kadar da sessizliğe gömülür yeniden kamuoyu…
Bugüne kadar öldürülen tüm kadınlar sesleniyor bize:
“Ölmek istemiyorum!” diye feryat ederken ben çaresiz, işkencelerle soldurulurken tenim, karabasanlara teslim olurken uykularım, çalınırken çocukluğum, sermaye edilirken körpe bedenim, sizler kör, sağır kaldınız. Bugün öldürülüyorsam eğer bilin ki en az öldüren kadar suçlusunuz hepiniz. Uyanın artık!...
|