Dilimize Arapça'dan geçen bu kelime Türk Dil Kurumu sözlüklerinde "Lâyık olma, yaraşırlık, uygunluk" olarak açıklanıyor.
Hangi alana bakarsanız bakın, liyakatsiz yöneticilere, bulunduğu makamın hakkını vermekten çok uzak isimlerle rastlamak mümkün. İktidardan muhalefete, kamudan bürokrasiye, yerel yönetimlerden özel sektöre ve hatta sanata kadar…
Kimi atanmış, kimi seçilmiş, kimi de medya desteği ile bir yerlere getirilip baş tacı edilmiş.
Bu durum sadece günümüzün sorunu değil tabii ki. Her dönemde yaşanmış. Ancak son dönemde iyice ayyuka çıktığı söylenebilir.
Atama yapanlar, atadıkları kişilerin liyakatine hiç mi bakmaz peki ?
- Bakarlar ama ne yazık ki öncelikler değişiyor.
Öncelik, “itaat edene, sadık olana, yandaş olana, akrabaya, hısıma, ortak menfaatlere” verilince;
sonuç; “bizden olsun da, nasıl olursa olsun” şeklinde yapılan bir atamaya dönüşüyor.
Bu uygulama her hükümet döneminde yapılmış. Önüne geçmekte pek mümkün olmamış.
Ey siyasiler; en azından “sizden olanların” içinden liyakat sahibi olanı, lâyık olanı atasanız olmaz mı ? Genel müdür diye, başkan diye atadığınız şahısların, üç basamak altında çalışan personel, eğitimiyle, kültürüyle, yöneticilik vasfı ile, iş tecrübesi ile, bilgi birikimi ile sizin genel müdürünüzden, başkanınızdan çok daha fazla yetkin ise, o makama çok daha fazla uygun ise, o kurumdan nasıl bir verim alınabilir ?
Bırakınız o kurumun verdiği kamu hizmetinden yararlanan vatandaşı, kendi çalışanları bile saygı duymazsa, o başkan, o makamın hakkını nasıl verir? O da alt kadrosuna vasıfsızları doldurup, kendini rahatlatmaktan başka ne yapar?
Zamanında Hüseyin Rifat’ın, Lütfi Kırdar’ı işaret ederek söylediği bir vecize vardır;
“ İstanbul’a vali diye hergelenin kimi dağdan gelir, kimi kırdan.” Tabii bu o döneme ilişkin yaşanan bir kızgınlık sonucu söylenmiş.
Ama görülüyor ki her dönemde, bulunduğu makama yakıştırılmayan isimler olmuş.
Esas sorun bu durumun istisna olmaktan çıkıp, kaideye dönüşme yolunda olması.
Unutmamak gerekir ki; liyakat sahibi olan, işinin ehli olan yöneticiler, uzun vadede hem millete hem devlete fayda sağlayacaktır. Dolayısıyla atama yapanlar da bunun mükafatını yine alacaklardır.
***
Önümüzde yerel seçimler var. Sıra yine seçilmişleri tayin etmeye geldi.
Elbette seçim yaparken, adayın siyasi görüş ile seçmenin siyasi görüşünün örtüşmesi gerekir.
Ama seçmenin bununla yetinmemesi gerekiyor.
Benimsenen siyasi görüşün üst düzey yetkililerine: adayınızın bizden olması yeterli değil demek, oyumuzun hakkını verecek, eğitimli, kültürel alt yapısı olan, işinin ehli, yönetici vasfı taşıyan, geçmişi temiz, çalışkan, güvenilir adaylar göstermesi için yönlendirme yapmak gerekiyor.
Özellikle yerel seçimlerde, eskisi gibi “takım tutma” zihniyetiyle oy verilmeyeceği mesajını iletmek gerekiyor.
Seçmenin de tıpkı atama yapanlar gibi “bizden olsun da, nasıl olursa olsun” dememesi gerekiyor.
Sonra “nasıl olsa sandıktan çıktık” diyen seçilmişler, kontrolden de çıkabiliyor.
Sizi temsil etmekle işe başlayıp, bir süre sonra, sizin olanı başkasına teslim etme noktasına gelebiliyor.
Ve sizin seçtiğiniz on kişi, sizden aldığı yetki ile yüzlerce atama yapıyor.
Tüm tarafların menfaati için, ülkenin menfaati için biraz zaman ayırıp, başkan adaylarının, belediye meclis üyesi adaylarının kimler olduğuna, vaatlere, projelere, adayların geçmişine bir göz atmak, sonra da bunların takipçisi olmak gerekiyor.
Eğer, işin gücün arasında kim uğraşacak bunlarla deyip, siyasi kimliğimize en yakın görünen partiye oy kullanmaktan ibaret bir tavır sergilersek; apartman yönetmekten aciz adamlar da gelip, koca bir şehri, ilçeyi, beldeyi, belediye şirketlerini, telaffuz dahi edemedikleri bütçeleri yönetmeye başlarlar.
Hepimiz sorumluluğumuzu bilmeliyiz. Uygun olanı, yaraşanı, lâyık olanı tercih edeceğimizi göstermeliyiz.
Aksi halde biz, “bu adam, bu makama nasıl çıkar” diye hayıflanırken, biri de çıkıp o beylik lafı söyleyiverir ; “Millet Layığı ile Yönetilir.”
Oysa bizim milletimiz liyakatsizler tarafından yönetilmeye lâyık değildir.
|