Denk mi geldi bilmiyorum, arada seçim gibi çok önemli bir konu olmasına rağmen, bir süredir gündem dış politika. Davos, G-20 Zirvesi, Medeniyetler İttifakı, Obama ziyareti şeklinde gidiyor bakalım. İşin ilginç yanı; hepsinde de Türkiye başrol oyuncusu.
Hangisi iyi geçti, hangisinde doğru yaptık, hangisinde başarılıyız veya rezil olduk derseniz; yazılı ve görsel basın da bol bol farklı görüş ve çoğu zaman da taban tabana zıt yorumlar bulmak mümkün. O nedenle bir yorum da ben yapmayacağım.
Üzerinde durmak istediğim; ülkemizin bütününü, geleceğimizi, uluslararası konumumuzu, ekonomik ve sosyal yapımızı, AB meselsini doğrudan etkilemeye muktedir bu temaslar ve bu temaslar bağlamında ele alınan onlarca konu başlığının hiç birinde de fikir birliğine varamıyor olmamız.
Siyasiler, basın kuruluşları, emekli bürokratlar ve tabii vatandaş tamamen farklı yorumluyor gelişmeleri. Bu denli fikir ayrılığını, demokratik toplum yapısının otaya çıkardığı bir zenginlik ya da çok sesliliğin gereği olduğunu düşünmek biraz saflık olur sanırım.
Peki nedir?
Maalesef dış aktörlerin de katılımı ile iç politika malzemesi yapılması ve gerçekten de toplumda bu denli görüş ayrılıkları bulunmasıdır.
Hani dış politikayı kalıcı devlet politikaları belirliyordu?
Ya, bunlar devlet politikalarımız değil, ya da devlet politikalarına karşı ciddi bir muhalif düşünce var toplumda.
Zira üçüncü olasılığı, yani bir devlet politikamızın olmadığı düşünmek bile korkunç.
Devlet politikası; ülkenin geleceğini, vizyonunu, hedefini, duruşunu belirleyen ve toplumun büyük çoğunluğunca kabul ve destek gören ve hükümetler değişse bile kolay kolay değişmeyen politikalardır. Tabii bu kalıcılık temel konular için geçerlidir ama bu günlerde öyle hassas detaylar yaşanıyor ki, bu detaylar, temel konuları doğrudan etkileyebilir. Rasmussen meselesinde, Almanya başbakanı Merkel, Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan’ın biraz daha üstüne gitse;
Maazallah -“ daha AB ye girmem!” deyiverecek gibi.
Elbette” duruma göre vaziyet almak” son derece doğal. Ancak bu durumların çoğunda ilk hamleler bizden gelecekse, karşı hamleleri de hesap edip, devlet politikası kapsamında yapcağımız ikinci hamleyi ve “B” planını belirlemek gerekir. Ya da bu örnekten hareket edecek olursak; Devlet Politikalarımızdan biri olarak bildiğimiz “Avrupa Birliğine girme” hedefimizi, öncelikle yurt içinde gözden geçirmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekir. AB konusunda toplumda gittikçe büyüyen muhalif bakış var ama, diğer taraftan da bu uğurda yıllardır verilen bir mücadele ve çaba olduğunu da unutmamak lazım.
Eğer uluslararası arenada temel devlet politikalarımız değişecekse, bunun da tamamen olamasa bile, çoğunluk sağlanır şekilde iç mutabakatla yapılması gerekir.
Ortadoğu’nun ağabeyi mi olacağız? ABD nin kardeşi mi olacağız? Kuzey Irak ta tutumumuz ne olacak? İsrail’ e karşı nasıl bir duruş sergilenecek? Kıbrıs ta fikir mi değiştirdik? AB yi artık istemiyor muyuz? Nato da daha mı güçlü olmamız gerekiyor? Ermenistan’la dost mu olacağız?...
Tüm bu konular yüce Meclis çatısında, tüm siyasi partilerle, gerekli olduğu oranda Türk Silahlı Kuvvetler ile, Dış İşleri mensupları ile tecrübeli diplomatlarımız ile değerlendirilmeli, hatta gerekiyorsa AB gibi bazı konularda referandum yoluyla halkın da görüşü alınmalıdır.
İşte o zaman her kafadan bu kadar farklı ses çıkmaz. O zaman daha güçlü bir duruş sergilenir.
Çok seslilik iyidir ama, dış politika bu kadar çok seslilik kaldırmaz.
|