Çağdaş Türk Resminin gelişim süreci içerisindeki önemli aşamalardan birini oluşturan 1914 Kuşağı'nın kişiliğini ön plana çıkaran temsilcilerindendir. Sanatçının yaşamı, döneminin alçakgönüllü sanat adamlarının karakteristik yaşam öykülerinden biridir.
17 Eylül 1302 (1886) tarihinde İstanbul Kadıköy'de, Osmanağa Mahallesi'nde doğan İbrahim Muslühiddin Feyhaman'ın babası şair Süleyman Hayri Bey (1844-1891), annesi Fatma Hanım'dır. Annesi ve babasını genç yaşta kaybeden sanatçı, 1895 yılında Galatasaray Sultanisi'ne başlamış, bakımını ise dedesi Duran Çavuş üstlenmiştir. Okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey'in himayesine aldığı Feyhaman, okul sıralarında tarama kalem ve çini mürekkebiyle, daha sonra da yağlıboya resimleriyle dikkati çekiyor, özellikle hüsn-ü hat dersinde başarılı oluyordu. Feyhaman, 1908 yılında Galatasaray Sultanisi'nin altıncı sınıfını bitirince bir süre Bab-ı Ali'de katiplik yaptı, aynı yıl kendi okulunda Fransızca güzel yazı öğretmenliğine başladı. O dönemdeki müdür Tevfik Fikret ile, iler ki yıllarda da sürecek olan bir dostluk kurdu; resme büyük ilgi duyan Tevfik Fikret ve Galatarasay'ın resim öğretmenleri Viçen Arslanyan Efendi ve Şevket (Dağ) Bey, genç Feyhaman'ın yeteneğinin değerlendirilmesi gerektiğini anladılar, ancak onu Paris'e gönderme çabaları sonuç vermedi.
1910 yılında, bir rastlantıyla Abbas Halim Paşa, sanatçının yeteneğini fark ederek aile bireylerinin portrelerini ısmarladı ve sonunda Feyhaman'ı aynı yıl resim eğitimi için Paris'e yolladı. Feyhaman, Académie Julian'da, dinsel ve tarihsel konuların yanı sıra natürmort ve portrelere ağırlık veren, "akademik" bir ressam olan Jean-Paul Laurens (1838-1921) ile oğlu Paul Albert Laurens atölyelerinde; Ecole des Beaux-Arts'da Fernand Cormon (1845-1924) atölyesinde ve Arts Decoratif'te eğitim aldı. Sanatçı, tüm yaşamı boyunca sürdürdüğü ölçülü davranma alışkanlığını Paris'te uygulamış; oraya Abbas Halim Paşa'nın yardımıyla geldiğini hiç unutmamış ve kendisine gönderilen paranın yalnızca gereken kadarını harcayarak gerisini yurda döndüğünde Abbas Halim Paşa'ya geri vermişti.
Resme başladığından beri portreye ayrı bir özen gösteren Feyhaman'ın sanat yaşamında portreye olan ilgisinin artarak sürmesinde, bir portre ustası olan hocası Jean Paul Laurens'in etkisi de göz ardı edilemez. Ancak Feyhaman, akademik formüllere bağlı ustalarının üsluplarını benimsemek yerine müzeleri, galerileri dolaşarak ve yaşayan sanatı tanıyarak akademik sınırlardan kurtulmayı amaçladı. Müzelerde ustalardan kopyalar çalışarak ufkunu genişletti. İyi bir gözlemci olan sanatçı, Paris deneyimlerini ressam ruhu ve gözüyle kendi süzgecinden geçirdi; sonuçta Paris'teki diğer Türk ressamları gibi onu da en çok etkileyen akım, o dönemde artık bir yenilik olmaktan çıkmış, hatta bir anlamda akademikleşmiş olan Empresyonizm oldu.
1914 yılında II.Dünya Savaşı çıkınca Feyhaman, Hikmet Onat, Hikmet Onat'ın eşi ve çocuğu ve Paris'te öğrenimde bulunan birkaç Türk öğrenciyle birlikte Rusya'ya altın götüren bir gemiyle İstanbul'a döndü. İstanbul'da sık sık gittiği Abbas Halim Paşa'nın evinde Prof. Dr. Akil Muhtar ile tanıştı; bu uzun yıllar sürecek bir dostluğun başlangıcıydı. Feyhaman, Abbas Halim Paşa'nın evinde sanat söyleşilerine katılıyor, bunlarda Hoca Ali Rıza da bulunuyordu. Belli bir işi olmadığından, portre yaparak geçinmeye çalışıyordu. Bu arada yüksek albüminden hastalanınca Akil Muhtar'ın yardımıyla tedavi oldu. Hastalığına rağmen, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin açtığı sergilere katılan, yeni bir resim geleneğini yerleştirmeye katkıda bulunan, özellikle portre türünü öne çıkaran sanatçı, Ressamlar Cemiyeti dışındaki arkadaş gruplarına girmeyerek yalnızlığı tercih ediyordu. Savaş yıllarında birçok kişi gibi Feyhaman ve arkadaşları da sıkıntı içindeydi; bir çift ayakkabı almakta zorlanan Feyhaman ve Çallı İbrahim'in birlikte deri ve kösele alıp bir ustadan ayakkabı dikmeyi öğrenmek istemeleri, çektikleri sıkıntıya bir örnektir.
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde (Kız Güzel Sanatlar Okulu) öğretmen olan Mihri Müşfik Hanım'ın Avrupa'ya giderken yerine önerdiği Feyhaman, 1919 yılında bu okulda usul-ü tersim öğretmenliğine getirildi. Aynı yıl Dr. Akil Muhtar'ın portresi ile katıldığı Galatasaraylılar Yurdu I. Resim Sergisi'nde hükümetten "zikr-i cemil" ödülü ile gümüş madalya kazandı, her yıl bu sergiye katılmayı sürdürdü.
1921 yılında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, yeni bir tüzük hazırlayarak "Türk Ressamlar Cemiyeti" adını aldığında, sanatçı da kurucu üyeler arasındaydı. Feyhaman ile öğrencilerinden Güzin Hanım arasındaki yakınlaşma, 25 Ağustos 1922 tarihinde evlilikle sonuçlandı; bu, sonuna kadar aynı mutluluk ve anlayışla sürecek olan bir birlikteliğin başlangıcıydı. Önce iki yıl Abbas Halim Paşa'nın kızı Tevfika'nın yardımıyla Baltalimanı'ndaki köşkün müştemilatında oturan genç çift, daha sonra bir süre için Güzin Hanım'ın dayısı ünlü müzisyen Rauf Yekta Bey'e ait olan Beylerbeyi Çakaldağı Tepesi'ndeki ahşap evde yaşadı. Feyhaman buradaki doğanın tadını çıkararak sürekli resim yaptı. Sanatçı çiftin hemen tüm yaşamlarını geçirdikleri ve bahçeye yaptırdıkları atölyede çalıştıkları mekan, Güzin Hanım'ın ailesinden Hattat Yahya Hilmi Efendi'den kalan Süleymaniye'deki ev oldu. Yazlığa ise Büyükada'ya ve daha sonraları Anadoluhisarı'na gidiyorlardı.
1926 yılında Türk Ressamlar Cemiyeti, resim, heykel, musiki, edebiyat, tiyatro, mimari şubelerini içine alan Türk Sanayi-i Nefise Birliği'ne dönüştüğünde, Feyhaman da kurucular arasındaydı. Kuruluş, 1929 yılında Güzel Sanatlar Birliği adını aldı. Sanatçı, bu kurumdaki yönetim kurulu üyeliğini ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Kız ve erkek Sanayi-i Nefise Mektepleri birleştirilince Feyhaman, 1927 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi usul-ü tersim öğretmenliğine atandı. Soyadı kanunu çıkınca çok sevdiği dedesi Şair Duran Çavuş'un adını kendine soyadı olarak aldı.
1938 yılının yazında Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği ressamların yurt gezileri programında Gaziantep'e giden sanatçı, yörenin özelliklerini yansıtan on kadar tablo yaptı. 1939 yılında Maarif Vekilliği tarafından Ankara'ya Cumhurbaşkanı İnönü'nün portresini yapmaya çağrıldı. Atatürk portrelerini ise canlı modelden çalışma olanağı bulamamasına karşın izlenimlerine ve fotoğraflara dayanarak yapmıştı.
Antik A.Ş. Arşivi Feyhaman ve Güzin Duran, 1943-47 yılları arasında Topkapı Sarayı Müzesi'nde sık sık çalışmalar yaptılar. Savaş sırasında müze koleksiyonunun bir bölümü Niğde'ye taşınmıştı ve müzeye ziyaretçi alınmıyordu. İzin alarak sarayda çalışma olanağı bulan Feyhaman ile eşi, bu sakin ortamdan yararlandı; Feyhaman sarayın içi ve dışından çeşitli görünümleri tuvaline geçirirken, Güzin Hanım da suluboya karagöz figürleri çalışıyordu. Güzel Sanatlar Akademisi'nde atölye şefi olarak çok sayıda öğrenci yetiştiren sanatçının tüm yaşamı, resimden ve çok sevdiği eşi Güzin Hanım'dan oluşmuştu; işinden arta kalan zamanı evinde eşiyle ve resim yaparak değerlendiriyor, bu arada lisede resim öğretmeni olan Güzin Hanım'ın pek çok resmini yapıyordu. 1951 yılında emekli olana kadar akademideki görevini sürdüren Feyhaman, öğrencilerine her zaman yumuşak davrandı, kırıcı eleştiriler yapmadı. Öğretirken de öğrenebileceği düşüncesine dayandı ve öğrencilerine değer verdi. Emekli olduktan sonra da yaşamını resim doldurmuş, bu genç döneminde portreden çok peyzaj ve natürmorta, özellikle de çiçekli kompozisyonlara yönelmişti. Yaşamının son iki yılında görme yetersizliği nedeniyle resim yapamayan sanatçı, 6 Mayıs 1970 tarihinde yaşama veda etti ve Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi.
Alçakgönüllü ve duyarlı kişiliği yaşantısının her yönüne yansıyan Feyhaman, çiçeklerin resmini yapmayı çok sevmesine karşın, çiçek koparmaktan hoşlanmaz, "Çiçek koparmayı sevmem, adam kafası kesmek gibi gelir bana; ancak resmini yaparım" derdi. Bunu bilen eşi, sanatçının resmetmek istediği çiçekleri bahçeden koparır, düzenler, Feyhaman'a hazırlardı. Sanatçı için manevi değerler ön planda geliyordu: "Ahlak paradan daha mühimdir. Terbiyeli adam, paralı adamdan daha zengindir. Maddi kazanç kolay, manevi kazanç güçtür." "Hakiki bahtiyar adem, ruhunu gıdalandırabilendir." "Güzel şeyi görmek zor olmakla beraber, güzel şeyi gören mesuttur." "Haline şükretmek en büyük, en mühim felsefedir."
Sanatın her dalına ilgi duyan Feyhaman, dostlarını da sanat çevresinden seçmişti; bunlar ressam Vecih Bereketoğlu, Şeref Akdik, mimar Sedat Çetintaş, şair Ahmet Haşim, Halit Fahri Ozansoy, müzisyen Şerif Muhittin Targan, Niyazi Sayın, tezhip sanatını canlandıran Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver ve öğrencileri, tarihçi İbnü'l Emin Mahmut Kemal İnal gibi isimlerdi.
Genel bir ayırım içerisinde empresyonist ressamlar arasında yer alan Feyhaman Duran'ın empresyonizmi aynen kabullenip uyguladığı söylenemez. Resimlerinde, yeri geldikçe daha gerçekçi, geleneksel ya da anlatımcı arayışların da bulunduğu görülen sanatçı, sonuçta empresyonist anlayışı temel aldı, ancak bu akımı yeteneğiyle birleştirerek ve kişiselliğiyle güçlendirerek kendine özgü bir üslup geliştirdi; "Sanatkar, kendi işinin kaidesini kendi yaratabildiği zaman orijinaldir" diyerek yorumun önemini ortaya koymuştu. Sanatçının güçlü deseni, en çok ilgisini çeken tür olan portrelerinde ön plana çıktı. Gençlik dönemi portrelerinde yüz ifadesinin yanı sıra giysi, saç biçimi, aksesuar gibi ayrıntılara dikkat ettiği, olgunluk döneminde giderek portrenin özünü ön plana çıkarmak amacıyla ayrıntılardan arındığı görülür. Büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi Güzin Duran'ı betimlediği portreler ise, ressamın portredeki ustalığının birer simgesiydi. Portrelerinde benzetme kaygısıyla yetinmeyerek modelinin kişiliğini ve iç dünyasını yansıtmaya çalıştı: "Portrede bir kalıp var, bir de manası; bunlardan yalnız biri kafi gelmez. Onun için portre güçtür." Çağdaş Türk Resmi'nde portrecilik söz konusu olduğunda, Feyhaman bu türün en büyük ustası olarak değerlendirilebilir.
"Resim sıcak olmalı". Bu kısa söz, sanatçının renk konusundaki görüşünün özlü bir açıklamasıdır, gerçekten de onun tablolarında ilk duyulan, canlı renklerden oluşan aydınlık ve sıcak atmosferdir. Doğa görünümlerinde kendini daha özgür bırakan Feyhaman'ın anlık izlenimi yakalama arzusu, aceleci ve geniş fırça vuruşlarına yansıyor ve empresyonist duyarlığına işaret ediyor. Boğaziçi, özellikle Anadoluhisarı ve Büyükada, yani yakından tanıdığı yerler, sanatçının peyzajlarının çoğuna konu olurken, küçük bahçesinde yetişen meyve ve çiçekler, bir çok natürmortunda zaman zaman geleneksel objelerle tamamlanarak yerlerini alıyor; ressam, yakın çevresinde sevdiği, zevk aldığı her şeyi tuvalinde görmek istiyordu. Feyhaman, bazen gökyüzü ile denizi ışıklı renklerle donattı, ya da batan güneşin ışıklarını neredeyse elle tutulur sıcaklıkta tuvale geçirdi, bazen de güller veya yıldız çiçekleri tüm doğallıklarıyla sanki resmin yüzeyinden fırladı, canlandı. Sanatçının çalışmalarında öne çıkan sıcak renk duyarlığını şu sözleri özetler: "Renk bence şeker gibi tatlı bir şey, gözden gelen şeker!". Ancak Feyhaman yalnızca resmin renk ve ışık sorunlarıyla ilgilenmekle yetinmedi, aksine resimdeki yapısal sağlamlık da ressam için büyük önem taşıdı, hatta zaman zaman biçimlerin ağırlık kazandığı denemeler de yaptı; böylece çalışmalarında tekdüzeliğe düşmekten kaçındı.
Resmin yanı sıra hat sanatına da aynı içtenlikle, aynı sevgiyle eğilen Feyhaman'ın bu ilgisi, tüm yaşamı boyunca bu sanat dalına da eğilmesine yol açtı, ancak bu yolda hattatlığı meslek edinmiş kişilerin başarısına ulaşmış bir örneğe rastlanmaz. Büyük kayınpederi olan hattat Yahya Hilmi Efendi'nin nesih hattında en büyük üstatlardan olmasına karşın, Feyhaman bu tür yazıyla uğraşmadı; bir ressam gözüyle yeni düzenlemelere uygun olan celi sülüs ve ta'lik hattını tercih etti. Ressamlığını göz ardı etmeksizin, hattın harf değerlerinden çok biçimlere önem vererek; hat kurallarının dışına taşarak resimle hattı kaynaştırmaya çalıştı. Feyhaman, çok yönlü bir sanatçı olduğunu bir kitap kapağı tasarlayarak da gösterdi. Ressam Sami Yetik'in yazmış olduğu "Ressamlarımız" adlı kitap, Güzel Sanatlar Birliği tarafından 1940 yılında İstanbul'da yayımlandı; Feyhaman, bu kitabın kapağına dengeli bir kompozisyonla kitabın adını, üzerinde üç fırça bulunan paletin deliği yerine de Güzel Sanatlar Birliği'nin amblemini yerleştirmişti.
Çevresine her zaman bir ressamın araştırıcı, inceleyici gözüyle bakan Feyhaman Duran, Çağdaş Türk Resmi'nin gelişiminde, gerek empresyonizmden çıkış yapan, ancak kendi kişiliğini bulmuş üslubunu yansıttığı resimleriyle, özellikle de portreleriyle; gerekse yeni bir sanat ortamının oluşmasındaki katılımı ve atölyesinde yetiştirdiği sanatçılara olumlu katkılarıyla önem kazandı. Ressamın İstanbul Üniversitesi'ne bağışlamış olduğu evi restore edildi, müzeye dönüştürülmesi çalışmaları sürmektedir.
Kaynaklar:
(Antik A.Ş. Arşivi
www.bakımlıyız.
www.antikalar.com
wikipeti
|