Yol kimi zaman bir şehre, kimi zaman bir başka ülkeye, kimi zamanda dağların patikasına taşırmış insanları, bazen çamurlu, bazen karlı, bazende inişli yokuşluymuş. Çoğuna göre yol böyle bilinse de yolun bizler için farklı bir anlamı varmış.
Yol ; . Anlamakmış, ibadetmiş, davaymış, hakmış, eline,beline, diline sahip olmakmış. İyi insan olup Pir, divanından hakka gitmekmiş.
Alevilere atılan o çirkin iftiraların altında yatan gerçekler ise, sadece yol eşkiyalarının uydurdukları yalanlarmış. Eski dönemlerin elektriği olmayan köylerinde, insanlar mum ışığında yaparlarmış cemlerini. Sadece bu sebepten de değil, benim çocukluğumun dönemi elektrikli olsa da bir korku kol gezerdi geceleri, erenlerin yüreğinde!. Yezidler biz Cem'e toplandığımızda köyü basarlar, toplu bir şekilde katlederler bizleri diye. Kamufle olmak aslında en baş nedendi. Bu yaşlarda öğrendik, Kerbela'yı, masumları ve yezidi. Yan köylerde gizlenen yezidlerin düşüncelerimizden dolayı bizi öldürmek istemeleri, çocuklukta çok anlaşılır olmasa da, Pir'in, bizler sahipsiziz. 'Şurda başımıza bir iş gelse Devlet bize sahip çıkmaz', sözleri daha anlaşılır gelirdi.Yezidi anlamaktan kolaydı, sahipsizliği anlamak.
Biz bu korkular içinde Cemlerimizi yaparken, zaman büyük şehirlere, göçü getirmişti. Diğer köylerin baskıları ve yokluk köyün gençlerini yollara vurmuştu. Bir kat yorganını alan tepelerin arkalarındaki dolambaçlı yollarda kaybolurdu.Her gidenin ardından, geride kalanlara biraz daha umutsuzluk çökerdi. Yaşlılar,' köy sahipsiz kalıyor, gör başımıza neler gelir', derlerdi.
Kısa zamanda boşalan köylerin, sanki yezid korkusu bitmiş, yerini eşkiya korkusu sarmıştı. Geceleri köylere inan eşkiyalar davar, keçi çalarlardı.
O, dönemlerde ben 15'ine yeni gelmişim.Benden bir yaş büyük olan ablam,dul kadıncağız annemle, yaşayıp gidiyoruz. Ankara dan gelmiş ağabeyim, güzde tarla ektirecek.Uzak ellerden iki adam aldı getirdi eve.Traktörleri ile tarlalarımızı ekecekler. Hemde ucuz paraya. Anam kızıyor, 'yezidleri aldın getirdin, köyde traktörmü kalmadı' . İki günde ekip gittiler köylerine. Agabeyim, hemen döndü şehre.
Aradan geçen bir zaman o' iki adam gelmiş bizim eve, yaşları da bir hayli var. Anama,' Ayranınızı içmeye geldik demişler'. Anam; 'yok ayran gidin buradan', demiş. 'Hele bir kızlarını çağır da ayran getirsinler'. Anamın sert sözleri karşısında, fazla ısrarcı olmadan gitmişler. Dağdan geldiğimizde anam, kızıyor ağabeyime,' kör olasıca, getirdi elin yezidini, başımıza bela edecek. 'Yetişkin kızlarım var benim. Ne belledirsin evimizin yolunu'.
O, günden sonra kadıncağız, yatarken balta koydu yer yatağının yanına. Biz çocuğuz, gülüp geçiyoruz.Teksas filmleri yeni çıkmış siyah beyaz televizyondan seyir ediyoruz.Teksas mı ? burası deyip gülüyoruz anama.
Yılın ilk karı nihayet yağmış. Yolları kar hafiften kapatmış. Gece tüm sessizliğiyle dışarı atmış bizi. İki kız çıkmışız damın üstüne, elimizde tahta sıyırgı ile damların karını sıyırıyoruz. Ablam üşüyüp içeri kaçtı, ben yanık bir türkü ile devam ediyorum.Sokak lambası vuruyor damların üstüne. Aşağı komşunun çocuğu seslendi ; Ağabeylerin Ankara dan gelmişler, köyün başındaki yolda kalmış arabaları seni çağırıyorlar.Ben heyecandan anamlara zor haber verip, koşarak çıktım avludan. Biraz aşağıya indiğimde ise, köyün bir büyüğü geçti önüme, 'Nereye gidiyorsun', daha ben söyleyemeden çabuk eve dön dedi. Şaşkınlığım kalabalığı görünce bir kez daha arttı. Köyün kahvesindeki insanlar oraya birikmiş. Ellerinde sopalar bir şeyler konuşuyorlar. Bana sürekli eve git diyorlar. Sonra arkamdan yetişen, anamla, ablam, onlarda şaşkın. Sonra köylüler, köyün üst başındaki yola gittiler. Bir arabayı taş ve sopa yağmuruna tuttular.
Biz ne olduğunu anlamadık ama eve döndük. Amcam üzgün bir şekilde geldi eve. Oturdu sedirin üstüne. Kaldırdı şapkasını yukarı, bak gelinim dedi anama. Eşkiyalar dadanmış köylere, dul kadın, yeni yetişen kız alıp götürüyorlarmış. Sizin tarlayı ekmeye gelen yezidler, aylardır sizin evi takip ederlermiş karşı yoldan. Biz farkında olduk, korkmayasınız diye size bir şey söylemedik. Senin küçük kıza göz koymuşlar. Babayiğit gözel kız, alıp gideceklermiş. Çocuğa para verirken gördük kendilerini, kızı çağır dediler, biz ağabeyleriyiz. Anam başladı ağlamaya. Amcam ; ağlama sahipsiz değilsiniz ben varım. Ama bende yaşlıyım, ne kadar koruya bilirim sizi bilemiyorum. Ben lanetler yağdırdım uzayan boyuma, belimde olan siyah saçlarıma. O, kış eşkiya korkusuyla geçti. Bahar geldiğinde bize de yol görünmüştü artık. Bizde tozlu yollardan geçip geldik şehrin bilinmez eşkiyalığına. İlk sözümüz, burada da eşkiya var mı diye sormak oldu. Yok dediler ama buranında faşisti varmış, kapitalisti varmış. Bur da da yoksullar işçiler ezilirmiş, sahipsizmiş. Sahip sözüne çok kızan ben, malların sahibi olur diye düşünsem de uzun zamanlar, aslında bu o anlamda değilmiş. sahipsizlik, çaresizlik imiş. Tıpkı Karamanda, çaresizlikten kefensiz, mezarsız toprağa gömülen işçilerin, çaresizliği gibi. Tıpkı, saraylarda oturanların yollarının mermerden, maden ocaklarında çalışan insanların, madene giden yollarının milekten ve çamurdan oluşu gibi.
Ve tıpkı, yer altına girilen yolun bile, bile ölüm yolu oluşu gibiymiş..
sahipsizlik ve çaresizlik..
16. 11. 2014 ( Efece haber, Sevda AKSOY )
|