1880 yılında İstanbul’da Galata semtinde doğmuştur. Babası Halil Bey’dir. Dedesi Diyarbakırlı Kadirî şeyhi Hacı Ali Baba, Gülşeni soyundan köklü bir aileden gelmektedir.
1900’de gemi mühendis subayı olarak Bahriye Mektebi’ni bitirir. Aynı yıl bu okula resim muallim muavinliğine atanır. Resim merakını, sistemli bir eğitim üzerine oturtmak isteyen Ruhi Bey, Sanayi-i Nefise’ye kayıt yaptırır. 1905 yılında F. Muzaffer Neyzi Hanım ile evlenir. 1906’ da büyük oğlu Şemsettin doğar. 1909’ da Sanayi-i Nefise’yi birincilikle bitirir. Sanayi-i Nefise’de Valeri’ nin öğrencisidir. Desen ve suluboyada üstün bir beceriye kavuşmasında bu hocanın. büyük payı vardır.
1909’da Sanayi-i Nefise’de açılan sınavı kazanarak Paris’ e gider. Paris’te I’Ecole National Superiéur des Beaux-Arts’a devam eder. Burada akademik resmin inceliklerini öğrenir. Hocası Fernand-Anne Piestre Cormon’dur. 1914’de Birinci Dünya Savaş başlayınca Mehmet Ruhi Bey de diğer arkadaşları gibi yurda döner. Akademi’ de “menazır” (perspektif) öğretmeni olarak görev alır.1917’de Şişli Atölyesi’nde çalışır. Sanatın sağlam bir gözleme ve teknik bilgiye dayanması gerektiği yolunda temel bazı görüşlere sahiptir. Bu görüşlerden ödün verilmesini ve batılı anlamda bir sanat eğitiminin gerektirdiği ortamdan uzak düşülmesini şiddetle eleştirir. Akademideki öğretmenliği sırasında da bu görüşlerini uygulamaktan geri kalmaz. Ne var ki akademideki öğretim, henüz onun istediği düzeyde değildir. Atölyelerde çıplak modeller, peştemallarla poz veriyorlardı. Ruhi Bey sanat eğitimiyle çelişik gördüğü bu tür yöntemlere karşı çıktığı için, kısa süre sonra akademiden uzaklaştırılır. Bundan sonra, Darüleytam, Kabataş, Namık Kemal, Kız Muallim okullarında ve Bahriye’ de resim öğretmenliklerinde bulunur. 1924 yılında tekrar Sanayi-i Nefise’de “menazır” öğretmenliğine atanır. 1926 yılında küçük oğlu Orhan doğar. Ruhi Bey’in son görevi Üsküdar Ortaokulu’nda resim öğretmenliğidir.
Ruhi Bey, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurulmasında ve sanatçıların belli bir meslek örgütü çevresinde toplanmasında da büyük katkısı olan sanatçı, geniş kültürüyle dostları ve arkadaşları arasında saygı uyandırmıştır. Keman çalar, iyi İngilizce ve Fransızca bilirdi. Resimleri yaşadığı dönemde, Avusturya, Almanya ve İtalya’ da karma sergilerde yer almıştır. Galatasaray sergilerinde gösterilen tabloları , o zaman büyük hayranlık uyandırmıştır. Özellikle derin perspektif bilgisi, Ruhi Bey’e saygın bir kişilik kazandırmıştır.
Avrupa’da tahsil ettiği halde garplılaşmamış ve idealist bir milli ressam olarak kalması nedeniyle, ona çağdaşlarından farklı bir gözle bakılmıştır. Resimlerinde milli varlık ve hisli rengin olgunluğunu yaşatmış, özellikle de ordumuzun kahramanlıklarını gösteren “askeri” tablolar yapmıştır. Bu tablolarda aynı konuyu işlemiş diğerleriyle karşılaştırıldığında Ruhi Bey’inkilerde, konuyu aşan ve sorunun özüne yaklaşan ayrı bir tutum görmekteyiz. Ruhi Arel’in daha gerçekçi yaklaşımlar içinde, halkın gündelik yaşamına eğilmiş olması, o zamana kadar pek denenmemiş bir yoldu. 1940’ larda ”Yeniler” ve Liman ressamları grubuyla resim sanatımıza girecek olan yöresel içeriklİ eğilimin temeli, Ruhi ile atılmış oluyordu. Büyük “Taşçılar” kompozisyonu başta olmak üzere, ”Hilal-i Ahmer’ e Para toplayanlar”, ”Yaşmaklı Kadın”, “Hicrette Bir Valide”,“Gazi’yi İstikbal” onun bu yönünü ortaya koymaktadır. Figür ressamlığının sonraki aşamasını, doğrudan doğruya çalışan ve üreten insanların konu alındığını, her yönüyle gerçekçi bir kompozisyon olan “Taşçılar” da görmekteyiz. Halk yaşamına bir gözlemci tavrıyla eğilmiştir. Samimiyet ve hassasiyetin ifadesi olan tabloları, gösterişten her zaman sakınmasını bilen bir anlayışın ürünleridir. 1919’da Galatasaray’ da sergilenen “Sabah Namazı”, doğu ruhunun bir yankısı olarak karşılanmış ve bu görüş, batılı eleştirmenlerce de paylaşılmıştı. Ruhi’ yi çağdaşlarından ayıran çizgi, insan figürüne yaşayan ve üreten bir varlık gözüyle bakmış olmasıdır. Bu tutum onun kendi döneminden çok ilerde olduğunu göstermektedir. Eşinin yaşmak ve feraceli portresi, bu dalda da başarılı olduğunu gösterir. Paris dönemine ait bu eserde, ince ve titiz bir beğeni akla gelir.
Cormon atölyesindeki akademik eğitimin klasik öğretisi bu tabloya yansımıştır. Desenin etkisini ikinci plana iten, geniş fırça darbeleri, yeni ve modern bir portre yorumun akla getirir. Çok figürlü, büyük boyutlu kompozisyonlar oluşturma düşüncesi de, çağdaş sanatımızda Ruhi Arel ile yöresel ve toplumsal bakışın bir göstergesi olmuştur.
Atatürk Köylülerle” adlı tablosunda, sanatçıyı bu anlayış içinde, öğrenmiş olduğu klasik atölye geleneğini bir yana koyarak içsel eğilimlerini yönlendiren bir anlayışta görürüz. Ruhi Bey resimlerinde, konuya, resmi sanat öğretilerinin bağlayıcı gözlükleri ile bakmaz. Doğa sevgisi, Ruhi Bey’ de yöresel kökenli bir insan sevgisine dönüşmüştür.
Onun resminde insan, bir model olmanın ötesinde, belli bir çevrenin insanı olarak karşımıza çıkar. Ruhi Bey’in bu sıcak yorumlu insanları, bize çalışmanın erdemini düşündürür,tüm toplumu ilgilendiren bir mutluluğun ışıklarını sezdirir.
Ne var ki yaşamının son yıllarına kadar, Ruhi Bey’in sanatı yeterince anlaşılıp değerlendirilememiştir. Eserleri, müzelerimizde, torunlarında, özel koleksiyonlarda, hatta Amerika’da(Mr. Crane’in Koleksiyonu’nda) gerçek değerlerini bulacağı günü beklemektedir.
Son yıllarda çok çalıştığı için yorulan ve hastalanan Mehmet Ruhi Arel, sanat yaşamının verimli ve olgun döneminde 14 Ekim 1931’de vefat etmiştir. Okmeydanı aile mezarlığında yatmaktadır.
KAYNAKCA EDEDBİYAT VE SANAT AKADEMİSİ TAM SANAT NET
|