Dünya üzerindeki pek çok ülkede, resmi tatil olarak kabul edilen 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı, işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günüdür. İşçi sınıfını tek bayrak altında birleştirerek, kapitalizme karşı mücadele veren bir ‘’işçi bayramı’’ arzusu oldukça eskilere dayanır. İlk kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü talebi içeren bir dizi istemle, Melbourne Üniversitesi'nden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenleyip, greve gitmişler, mücadele günü olarak ta 21 Nisanı seçmişlerdi.
Yıllar sonra, işçi bayramı istemine Amerikalı işçiler de sahip çıktılar. 18 Mayıs 1882’de New York Merkezi İşçi Sendikası Eylülün ilk pazartesini ‘’Emek Günü’’ olarak kabul etti. Gerçekten de o gün geldiğinde binlerce işçi sokaklara çıkmış, kendi istemlerini haykırmış ve eğlenceler düzenlemişlerdi. 1884’de toplanan FOTLU kongresi de Emek Gününü kutlama kararı alıyordu.
Fakat kongre çok daha önemli bir karar alıyor ve esasında burjuvaziye ültimatom veriyordu.
Yıl 1 Mayıs 1886, genel greve gidilecek ve işçiler o günden sonra 8 saatten fazla çalışmayacaklardı. Temel slogan şuydu: Sekiz saat çalışma, Sekiz saat dinlenme, Sekiz saat canımız ne isterse! Amerika’da mücadele bir kez daha şiddetlenmiş ve grevler ülkeyi baştan aşağıya sarmaya başlamıştı. 1 Mayıs öncesinde tam 190 bin işçi grevdeydi. Militan mücadelenin başını, Amerikan işçi sınıfının kalbi konumundaki Chicago çekiyordu. Burjuvazi büyük bir kaygı ve korku içindeydi. Bir Amerikan Komünü’nün yolda olduğunu, korkunç ve sınır tanımayan komünizmin Amerika’nın üzerinde kol gezdiğini çığırıyordu burjuvazi. Ekim Devrimi 20. yüzyılda burjuvazi için neyi çağrıştırıyorsa, 19. yüzyılın son çeyreğinde Paris Komünü de burjuvaziye aynı şeyi çağrıştırıyordu: işçi devrimi! Burjuvazi meseleyi gerçekten de kavramış gözüküyordu. Eğer işçi hareketi tez zamanda ezilmezse Amerikan kapitalizmi işçilerin ayakları altında son bulacaktı. Bu nedenle tüm hazırlıklar işçi hareketini bastırmak üzere yapıldı. Askerler ve polisler silahlandırılmış ve gereken plan devreye sokulmuştu. Belirli bir planın parçası olarak kentte isyan alarmı verildi; o ana kadar ortalıkta gözükmeyen askerler sirenler çalıyor ve zırhlı araçlar kentin içlerine doğru ilerliyordu. Chicago’da karşı-devrim başkaldırmıştı. Sendikalar, partiler, sosyal kulüpler basıldı, sosyalist gazeteler kapatıldı ve makineler tahrip edildi. İşçi kitleleri üzerinde çok yönlü bir terör estiriliyor ve onlarca öncü devrimci işçi tutuklanıyordu. Yargılama uydurma ve düzmeceden başka bir şey değildi. İleri sürülen delillerin hiçbir tutarlılığı yoktu ve tümü de hemen çürütülmüştü.
İdam kararını veren yargıç Gary, 1893’te bir dergiye yazdığı yazıda davayı şöyle değerlendiriyordu: “Verilen idam kararı sanıkların olaya bizzat katılmaları sebebine dayanılarak verilmemiştir.”
August Spies ise; mahkeme salonunda şöyle haykırıyordu: “Eğer bizi asarak tahakküm altındaki milyonların, sefalet içinde çalışan ve kurtuluşu bekleyen milyonların bu hareketini, işçi hareketini ezebileceğinizi umuyorsanız, eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada burada veya orada, arkanızda ve önünüzde, her yerde alevler yükselecek. Bu gizli bir ateştir. Bunu asla söndüremezsiniz”. ‘’ Öyle bir zaman gelecek ki; bizim suskunluğumuz, sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır!’’
O gün Amerikan işçi sınıfının çaktığı kıvılcım, o gizli ateşi açığa çıkardı ve dünyanın her köşesinde büyük bir yangına dönüştürdü. 1889’da II. Enternasyonal 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü, uluslararası gösteri günü olarak kabul etti.
Görülen o ki 1886’da yakılan ilk ateşin devamında, bugün meydanları dolduran işçi kitleleri, birlik, mücadele ve dayanışma için meydanları doldurmaya devam edecektir, Ta ki kapitalizmi tamamen yakana dek!
Sevgi ve Işıkla kalınız,
İlknur BAKIŞ
|