Taşa çalsam üşümüşlüğümü, dar ağacına assam üzgünlüğümü ve soğuk bir kentin kalabalığına salsam düşmüşlüğümü, ayağa kalkarmıki yalnızlığım?
İliklerime geçen soğuk kimseyi bilgilendirmiyor ve sır çıkmaz gecelere hapsederken gövdemi, umursamıyor bile tir tir titrediğimi…
Yoksunluk gece yarıları sokaklara dökse de hiçbir satıcı veresiye tütün vermiyor… Ciğerlerimin ucunu tutuşturuyorum önce sonra kalanımı yakıyor çekiyorum içime… Ve bir insan daha kül oluyor gecenin dörtlerinde, rüzgarın önünde…
Vah! Benim yalnızlığım, taşa çalsam ah! Demeyen insanlığım…
Kışlar içinde kalan halim, yazlara hasret yaşamakta ve şu titrek, kısık sesim nice yaralarda, nice kanamalarda, kalmış bir başına aralarda…
Dayan yalnızlığım, dayan param parça insanlığım, yaz gelecek ve elbet bu acılarda bir gün bitecek. Sus! Yalnızlığım, sonu olmaz sandığın gecelerin elbet güne erecek ve elbet o günde gelecek, sen bir daha hiç üşümeyecek, düşmeyeceksin…
Kime ne dersin? Kime ah! Edersin? Söylenilecek gibi değil ki halin ve kime gitsen kapanır kapılar yüzüne vah! Edersin yalnızlığım… Öyle ya üşümüşlüğünden kime ne? Üzgünlüğünden, düşmüşlüğünden, iyi gün dostlarından sana ne?
Varmı ki bir çaresi bekleyesin? Varmı ki şikayetin hakkın isteyesin? Her şeye susan yalnızlığım, ah! Benim her şeye rağmen insanlığım, taşa geçen ama insanlığa işlemeyen vah! Benim yalnızlığım…
Unutulmuş bir kentin, unutulmuş bir noktasında günler, geceler, seneler gelip geçerken, tek sırdaşım, arkadaşım, kalemdaşım, ekmeğim aşım, yalnızlığım olmuşken, tutupta gözlerimin içine baka baka yalan söylemeyin benim uyur uyanır yalan insanlığım…
Kendime küskünlüğüm yalnızlığımla başlarken, yine insanlığımla kol kola girip yürürken tükeniyor, tekrar ediyor üzgünlüğüm, yalnızlığım… Ve ben her defasında en başa dönüyor, üşüyorum ah! Benim param parça yalnızlığım…