Dur! Sobeleme…
Bir kerede şıp diye bulmasan, karanlığa hapsettiğim gözlerimi yerinden çıkarmasan, ebelemesen, sobelemesen ne çıkar benim işgüzar yalnızlığım…
Uyurgezer aralıklarda, tarif edemediğim ağrılarda ve sancılarda uyanırken, birde seherin altılarında ağlarken, kimseler yanımda yoktu yalnızlığım…
Ben yakan topumu, çelik çomağımı, çın çın çemberimi ve sek sek oynadığım, akıp giden hayattan zamanlar çaldığım, kirli ellerimi, yırtılan elbisemi sonra çocukluğumu çok özledim yalnızlığım…
Benden gittiğinden beri çocukluğum, elimden alındığından beri koşmuşluğum ve unutulmuş doymuşluğum birde hiç kanmamış olmuşluğum sonra on beş yaşım, dalından koparılmışlığım, mecbur tutulmuşluğum, sus pus durmuşluğum, susturulmuşluğum… İşte o kirli ellerim ve hiç yaşamamış çocukluğum birde ne zaman büyüdüyse anlamadığım, nice geçip giden kararsızlığım, yani ömrüm saydığım, sonuna kadar ihlasla bağlılığım sonra nerede geçtiğini hatırlayamadığım hayatım yani geçmişin dile gelmeyen öznesi kapkaranlık yalnızlığım…
Her defasında yakalamasan ve bulup çıkartmasan saklandığım yerden ne kaybedersin? Özlemlerimi, bütün sevdiklerimi ve gözlerimin içindekilerini kalbime gömdüm ben… Sense soylu bir duruş sergilemekten öyle uzaksın ki… Hata bende yalnızlığım, yolunu kaybetmişten ve insana olan saygısını yitirmişten, bir gün düzelirsin diye vazgeçmedim hiç beklemekten…
Sonunda kirli ellerini özlüyor insan ve yırtılan pantolonunu, kanayan dizlerini, çalınan bilyelerini sonra o hiç bitmeseydi dediği çocukluğunu yadında büyütüyor insan…
Bütün kaybettiğim yılların başına önce seni yazdım yalnızlığım sonra ebedelendiğim, sobelendiğim ve karanlığa hapsedildiğim gözlerimi kör saydım yalnızlığım…
|