Senden sonra kapısını çalabileceğim, vurulmalarımda, yıkılmalarımda oturup ağlayabileceğim kimsem kalmadı yalnızlığım…
Dost dediklerim, kardeş bildiklerim, sırtımdan vurup giden “insan” seçtiklerim öyle çoğaldı ki, görsen inanamaz, katlanamazsın yalnızlığım…
Ben bir külüm ateşin yaktığı, avareyim aşkın aklım aldığı, avım avcının avladığı, yaşayan ölüyüm bir gün Azrail’in aldığı ve kalabalağım alabildiğine yalnızlığın çaldığı yalnızlığım…
Tebeşir lekeli yıllar ve aşkın başyapıtının kazıldığı sıralar, işte “o” muhteşem anılar her biri birer ikişer gözlerimden kayboldular, benden aldılar, çaldılar yalnızlığım…
Çalsaydım şu vakit bir dostun kapısını, ağlasaydım sonra ölesiye ve kalsaydım öylece eşiğinde, dizlerinin diplerinde, çok mu olurdum vefasız yalnızlığım?
Suratsız, arsız geceler tescillese de sensizliği ve uykusuz bıraksa da bütün acılar, yine de direnmeye değer karşılıksız, platonik yalnızlığım…
Tabela ne yazarsa yazsın, ben on sıfır yenik olsam ne yazar? Her müsabakanın bir vakti yok mu? Yine de bir umut çok mu? Kalıp savaşmak, giderken darağacına ağlamamak, sallanmamak, dimdik ayakta asılmak, kahramanlıktan yana pay tok mu yalnızlığım?
Ölüm! Ölümse eğer ve bir kez yaşanacaksa, Allah’tan benimle birlikte ölmeni, aynı toprağa gömülmeni istiyorum, bu senin için az mı? Çok mu? Kaderi siyah yalnızlığım…
Bak şimdi sona geldik hal bilmez, çare göstermez yalnızlığım. Gözlerimden uykular birer ikişer düşerken ve bitişe giderken sen yoktun yalnızlığım…
|