Asker ressamları kuşağından olan Süleyman Seyyid 1842 yılında Üsküdar’da doğar. Babası Kartal Maltepe eşrafından Hacı İsmail Efendi, dedesi ise ünlü bir sedef kakma ustasıdır. Süleyman Seyyid ilk ve orta öğrenimini Maltepe ve Maçka Askeri okullarında tamamladıktan sonra Harbiye Mektebi’ne geçer. 1862 yılında teğmen olarak mezun olduğu bu okulda M. Joseph Schranz ve M. Gués onun resim yeteneğini fark ederler. Karakalem, suluboya ve yağlıboya resimleri beğenilince Abdülaziz döneminde Paris’te Türk öğrenciler için kurulan Mektebi Osmani’ye gönderilir. Mekteb-i Osmani’de Fransızca öğrenir ve Güzel Sanatlar Okulu’nda önce Gustave Baulanger ve Robert Flori, daha sonra da altı yıl Alexandre Cabanel atölyelerine devam eder. Süleyman Seyyid’in dikkatli çalışmasını geliştirmesine yardımcı olan Cabanel portrelere, günlük yaşam ve tarihi konulara ağırlık veren, akademik ve klasik anlayışı estetik anlayışa tercih eden bir ressamdır.
Süleyman Seyyid Paris’teki ilk yıllarında hocasının da etkisiyle tarihsel olayları resmetmeye yönelir. Arkadaşları doğallığı ve perspektifi önemsediği için ona ‘metrologiste’ -ölçülü- adını takarlar. O sırada Abdülaziz tarafından gönderilen Şeker Ahmet Paşa ve onlardan daha önce ailesinin desteğiyle gelmiş olan Osman Hamdi Bey de Jean-Leon Gerome, Gustave Boulanger gibi oryantalist sanatçıların atölyelerinde çalışmalarda bulunurlar. Dönemim sanat çevresinden etkilenen Süleyman Seyyid aldığı eğitim sonucu bir eseri için aylarca uğraşan ve gerçeğe uygunluğa önem veren titiz bir ressam olur. Paris’te sekiz yıl kalır ve resimlerini sergiler. Bu arada ‘Officer dé Academié’ madalyasını alır.
1870 yılında bir yıl İtalya’da kaldıktan sonra İstanbul’a döner. Bir süre Harbiye Mektebi’nde Osman Nuri Paşa’nın yanında çalışır, 1880 yılında bu okuldan ayrılarak Kuleli Askeri Lisesine geçer. Harbiye’den ayrılmasına Paris’teki öğrencilik yıllarından beri sanat konusunda uyuşmazlık nedeniyle anlaşamadığı Şeker Ahmet Paşa’nın da orada çalışması sebep olarak gösterilir. 1871-1903 yılları arasında Harbiye Mektebi, Kız Sanayi Nefise Mektebi ve Askeri liselerde resim ve Orman ve Maden Mektebi ile Tıbbiye Mektebi’nde Fransızca dersleri verir. Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’nin ilk kuruluşunda ders programlarını düzenleyerek sanat eğitimciliğiyle Tanzimat döneminde Batılılaşma hareketine katkılar sağlar. 1910 yılında albay rütbesiyle emekli olan sanatçı 1881 yılında Elifba Kulübü’nün sergisine bir resimle katılır. Emekliliğinde Üsküdar’dan Sarıyer’e taşınır. Esprili, tarih bilen, eleştiren, filozofça görüşlere sahip, aydın kişiliğinin öğrencileri üzerinde de olumlu ve yapıcı etkileri olur. Öğretmenlik ile birlikte İstikbal ve Osmanlı gazetelerinde sanat yazarlığı ve çevirmenlik görevlerini de üstlenir. Perspektifle ilgili olarak yazdığı resimli ‘Fenni Menazır’ adlı kitabı ölümünden sonra basılır. Sanatçı Üsküdar Nuhkuyusu’ndaki ahşap evde oturduğu yıllarda ‘Filozof’ adını verdiği eşeğine binip Alemdağ kırlarına gider ve resimlerini açık havada ya da atölyesindeki modeller karşısında yapar. Konularını güzellik kaynağı olarak gördüğü Üsküdar’dan seçer. Ancak Üsküdar’la ilgili resimlerinin çok azı günümüze ulaşır. ‘Leylaklar’ adlı ünlü natürmortu üzerinde çalışırken atölyesinde bayılan ressam bu eseriyle Paris Dünya Sergisi’nden madalya kazanır. Süleyman Seyyid’in çağının sorunlarını önemseyen, özgür düşünceli yapısı nedeniyle terfileri ve aylıkları gecikirmiş. Bu durumlardan dolayı kırgın ve küskün olur. Özellikle oğlu doktor Cevat Beyin ölümünden sonra çöker ve 23 Eylül 1913’te Sarıyer’de hayata veda eder. Ortaçeşme mezarlığında toprağa verilir.
Ressam Seyyid Bey 46 yıllık hizmeti sırasında gazete yazarlığı da yaptı İstikbal ve Osmanlı gazetelerinde makaleleri yayınlandı. Bazı tercümeler de yaptı. "Fen-i Manazır" adında 800 sayfalık resimli bir eser hazırlamışsa da yayınlanamamış ve akibeti meçhul kalmıştır.
Ressamımız, realist ve natürmort üstadı olarak tanınır. Özellikle, meyve modellerinde yansıttığı renkler, fırçasının şiirleştirdiği ürünler olarak bilinir. Portreleri nadirdir. Doğaya tutkunluğu, eşeğine binerek, heybesine boya takımlarını koyup Alemdağı'na sık sık gittiği bilinen geleneklerindendir. Seyyid Bey, maddiyata düşkün olmadığından, hiçbir zaman fırçasını para kazanmak için kullanmamıştır. İki yüz kadar eseri olduğu söyleniyorsa da, bunların çoğunluğunun nerelerde ve kimlerde olduğu bilinmiyor. Ancak, İstanbul'un eski ailelerinin salonlarında Seyyid Bey'in bir natürmortuna tesadüf etmek mümkündür. Müzelerimizde Seyyid Bey'in pek az sayıda eseri vardır. Birkaç eseri, yıllar öncesi, müzayedelerde o günün para ölçüsüne göre, rekor fiyatlarla el değiştirmişti.
|