Sus iki gözüm bu gece hiç konuşma. Dalgalar gönlüme pineklenmiş, ha babam vurup durmakta. Kalbim daha ne kadar dayanır bu gelgitlere? Gözlerim daha ne kadar bekler yakamozları? Sen bunlardan bahis aç, gerisi teferruat…
Görüyorsun gemiler gelmiyor unutulmuş bu limana. Kimsecikler yok sen ve benden başka. Ha! Biz iki eder miyiz? Sen bir gün konuşmayı da öğrenir misin? Of! Yüreğim sus! Ne olur sus! Biliyorum laf ebesi olduğunu. Hata bende senin ne kadar geveze bir şey olduğunu yine unuttum. Yine unuttum senin bir mahalle dolusu dedikoducuya bedel olduğunu. Hay Allah…
Ölmek lazım yaşamak için bazen,
Limanları terk etmek belki de bazen.
Mutluluk kim bilir en serinlerde,
En diplerde saklı yürek belki de…
Kalkmak, atmak ama boğulmamak
Lütfenleri beklememek lazım bazen.
Ağzına kadar dolsa da yürek kederlerle,
Zamansız çığlıklara koşmak lazım bazen…
Ilgıt ılgıt çoğalan kanın yok etse de seni
Mutluluk için kesmek lazım bilekleri bazen…
Gece içine çekiyor bütün yalnızlığımı ve gecenin en siyah yerinde infilak ediyor çaresiz yüreğim. Yüreğim ki konuşurdu benimle, ne kadar azarlarsam azarlayayım susmazdı, yanımda olurdu. Uzaklara götürürdü, gökkuşağında kaydırırdı çocuk ruhumu. Sonunda oda pes etti. Biliyorum çok yoruldu, çok yaşlandı yüreğim…
Hasret kaldığım ne varsa yüreğime seslenmem yeterdi, bir yerlerden çıkartır getirirdi. Yüreğim onun gözlerini hiç unutmazdı. Hafızamın çürümesine müsaade etmezdi. Öyle büyük, öyle büyüktü ki içine okyanusları alırdı. Hiçbir şey kaybolmazdı. Hatıralar, randevular, acı tatlı bütün yıllar ve o iki gözüm oracıkta sımsıcak yaşarlardı.
Sanırım örselenmekten yoruldu yüreğim artık yanımda değil. Ve ben soysuz bir yalnızlığın pençesinde nedenler arıyorum niçin yaşadığıma dair. Sahiden ben niçin yaşıyorum? Bu unutulmuş liman neresi? Ben kimim? Nereden geldim? Allah’ım…
Perişan bir gece, her şey simsiyah, gökyüzünde bir tane bile yıldız yok. At diyorum kendini şu karanlık sulara, bir şeyler tutuyor yorgun bacaklarımdan. Kalıyorum öylece taş gibi. Güneş hiç doğmuyor buralara. Balıkçıların bile yolu düşmüyor. Martılar uzak denizlerin çocuğu gibi, gözlerimde zıpkın yediğim zamanların kanatlarını çırpıyorlar. Ve ben terk edilmiş bir iklimde sözde özgürüm…
Daha kaç zaman dayanırım dalga seslerine, gecenin hain uğultusuna bilemiyorum. Biliyorum; ben yüreğimi yitirdim onu bekliyorum. Gelecek bir gün şu karanlık dalgalarla ve her yer bembeyaz olacak…
Durmamak lazım, atmak lazım, gövdeyi serin sulara salmak lazım. Kavuşmak için anladım ölmek lazım… Ölmek!
Murat İnce
|