İnsan sorgulamadan edemiyor. Hak ettiğimiz gibi mi yaşıyoruz?
Çağdaş Yaşam, üzerinde tartışılan konulardan biridir. Belirleyicileri olan zemini, bölgesel ve evrensel boyutu, insani yönü hala irdelenmektedir. Batı’dan fırtına gibi dünyaya yayılan icat ve yeniliklerle dolu yaşam tarzı Batı Uygarlığı’nın benzerleri arasından sıyrılmasına yol açar çünkü bilimle uyum içindeki bir hayat anlayışını, evrensel görüşü benimser. Yapıcıdır. Çağdaş yaşam standartı ilk önce insan yaşamını gözeten bir anlayıştadır.
Her toplumun kültürü farklı felsefi, dini ve ananevi prensiplere dayanır. Northorp ‘’Toplumun kültürü medeniyetini belirleyen bir oluşumdur. Doğu: estetik veya sezgisel kurucu öğelere, Batı:bilimsel ya da kuramsal kurucu öğelere dayanır.’’ Der.
Türkiye, coğrafi ve kültürel anlamda Doğu ve Batı Uygarlığının tam ortasında yer alıyor ve bu ikilem içinde dalgalanıyor. Yüzü Batı’ya dönük ama Doğu eteğinden çekiştiriyor.
Batı Uygarlığı, pozitivist bir anlayışta, maddi ve materyalist temellidir. Bu yüzden Descartes bile insani bilimlerin gelişimini fiziğe dayamıştır. Batı Uygarlığının içindeki baş rol zekaya aittir. Zeka işler, değiştirir, geliştirir ve yönetir. Belirleyici elemanları insan ve doğadır.
Doğu Uygarlığı, insanın şekillendirilmesi, bilimsel gerçeğin dışına çekilerek ezilmesi, sömürülerek hürriyetinin kısıtlanmasını ‘’Kader’’ olarak benimsetir. Dine dayalı tevekkül ve biat yaşam tarzının aslını oluşturur. Doğaya bile hükmetmek ister. Farklı gelenekleri sürdürmek için dayatılan dar ve ilkel bakış açısı; teknolojinin elimize verdiği bilgisayarlarla, gerçek dünyanın bilime dayalı yanını yüzlerimize bize büyük bedeller ödeterek haykırmaktadır.
Stephan Hawking’in şu cümlesi dikkat çekicidir. ‘’Dikkat ettim de her şeyin kaderde yazılmış olduğunu ve kaderin değişmeyeceğini savunan insanlar bile karşıdan karşıya geçmeden önce sağa-sola ve tekrar sağa bakıyorlar’’ Der. İronik değil mi?
İnsan sorgulamadan edemiyor. Hak ettiğimiz gibi mi yaşıyoruz?
Başımıza gelen bu büyük felaket sonrası, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesindir. Müthiş bir devinim bizi bekliyor. Toplum olarak bize yuva olacağını sandığımız konutlarda derin rüyalara huzurla gözümüzü kapadığımız sabahlara yıkıntılar altında uyandık. Yuvalarımız tabutlarımız oldu.
Bedel sonsuz ve acı çok keskin! Öfkeleniyoruz çünkü bu normal bir bedel değil. Çünkü deprem ülkesi olduğumuzu bilerek, fay hattı üzerine, tarım alanlarına şehirler inşa edilmesine izin vermek, dışını allayıp pullayıp içini çürük malzemeyle doldurmak ve binlerce liralara satmak işini üstlenen vicdansızlar cezalarını çekmeliler.
Bir daha bu acının yaşanmaması için ödenen bedelin suçluları hesap vermelidir. Ne yazık ki, bizler de binaların makyajına kanıp sağlamlığını araştırmadan alıyoruz. Bilinç gerekiyor. Bilimi kabullenmek gerekiyor. Sorgulamazsak çok büyük acılar yaşamaya devam edeceğiz. Demek ki değişim gerekiyor.
H.Poincare ‘’Hakikati aramak insanlık borcudur’’ der.
Kitlesel kayıptayız. Yaralıyız. Toplu yas tutma zamanı çünkü yarın bizim başımıza gelmeyeceğinin garantisi yok! Türkiye’nin deprem ülkesi olduğu gerçeğini kabullenmeli, önlemlerimizi almalıyız.
43.000 CAN GİTTİ. Ailesinden birçok ferdi aynı anda kaybedenler var. Aileler geleceklerini kaybettiler. Evlerini ve işlerini kaybettiler. Ölülerini bulamayanlar, cenaze namazını kılamadan gömen insanlarımız var. Kış günü çadırlarda çocuk-yaşlı yaşamaya çalışıyorlar. Geleceklerinden kaygılılar.
Afet bölgesinde insanlarımızın yaşamı en pratik şekilde kolaylaştırılmalı, kimsesiz kalan çocuklarımıza Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca devletin kurumlarında bakılmalı; Kültür Varlıklarımız da biran önce bakıma alınarak, ülkemizin tarihi hafızası yeniden ayağa kaldırılmalıdır.
Tv kanallarından şeffaf bir şekilde toplanan Deprem bağışları; açık ve net şekilde nasıl, nerelere harcanıyor beyan edilmeli, vatandaşlarla paylaşılmalıdır.
Kelimelerle ifade edilemeyen acımızı, empati yaparak, şevkatle, el ele vererek, hukukun gösterdiği yolda haklarımızı arayarak, sevgiyle yaralarımızı sarmaya çalışacağız. Yaşadığımız büyük yıkımın, yüreklerimize düşen keskin acının iyileştirici gücüne sarılacağız.
Üniversitelerimizde biran önce yüz yüze eğitime geçilmelidir. Eğitimli gençlerimiz geleceğimizdir.
M. Kemal Atatürk’ün şu sözüne kulak verelim. ‘’ Milli egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.’’
Harika Ören İzmit 26 Şubat Pazar
|