Sarmaşan ve perişan sarılmalar, ah! “O” çılgın yaralar kanar kanar kanar…
Çok incitiyorsun, çok yaralıyorsun artık ve inadına görmek istemiyorsun tükendiğimi. Böyle mi iyileşecek kaçak sevdam bizim yaramız. Böyle olacaksa vay! Halimize, en azından vay! Benim halime. Anlıyorum ki senden geçmiş incen. Serde gerçek sevmek olmasaydı sence bende geçmez miydin senden?
Karalı bütün gelirsinler ve yaralı bütün beklemeler. Umudun kandili söneli çok oldu, biliyorum sen susalı ve bir daha hiç aramayalı çok oldu. Söylenip durma Allah aşkına, tek ben miydim zararlı? Yaşananları hiçe sayıp çekip giden tek ben miydim? Ve tek sen miydin zararlı?
Eğer bir heykeltıraş olsaydım bütün taşları sen diye şekillendirirdim ve yine bir ressam olsaydım bütün kâğıtlara gözlerini çizerdim ki beni biran evvel kül etsinler diye. Şimdi yazıyorum tükeneyim diye ama kaçak sevdam sökünlerimin bir türlü sonu gelmiyor. Yazdıkça daha bir çoğalıyor, mayalanıyor yaram ve her zaman taze kalıyor acım…
Süprüntü bir ömrün en orta yerindeyim, kıvamında bütün acılarım. Hangisini giyersen üstüne emin ol çok geçmeden yanarsın. Yanıyorum, yamalıyorum sonra…
Bu acı hatıranın hırkasını giyeli her yanım delik deşik. Gören kılıksız halime gülse de çok geçmeden susup kalıyor. Korkuyorlar kınamaktan, korkuyorlar an gelir yanmaktan…
Ölüm dolu bir sonu beklemekteyiz sevgilim. Karanfiller ağlıyor bu bekleyişe ve güneş gittiğinden beri doğmuyor bu şehre. Böyle mi olacaktı gecelerin koynunda sakladığımız, her şeyden çok üzerine titrediğimiz sevgimiz. Sonumuz “ayrılık mı” olacaktı?
Kaldırım taşlarına düşürdüğümüz inci tanelerimiz ve sevgi yokuşlarımız, ağlamalarımız, öykünmelerimiz, işte “o” inci tanesi gözyaşlarımız böyle öksüz mü kalacaktı ürkek sevdam?
Yaz akşamları birbirimize okuduğumuz o şiirler, o düşler ve o perdesiz filmlerimiz ölüm dolu bir sonun başlangıçları mıydı?
Neleri biriktirdik biz? Nelere sevindik? Nelere üzüldük? Hepsi bir hiç miydi? Yazık olmadı mı? Yazık etmedik mi birbirimize? Ve daha yeter olmadı mı korku bakışlım, hüzün yüzlüm, üzüm gözlüm?
Sarmaşan ve perişan sarılmalarımız viran köşelerin tanıkları kaldı hatıralarımızda. Belki de sadece benim hatıralarımda… Kaç gece çıldırdım, kim bilir kaç gece çıldırdın? Neden sustun öyleyse? Neden sustum?
Susmasaydım, söyleseydim yine türkümüzü gelir miydin sahi? Gelmezdin…
Ey! Benim garip sevdam, ey! Benim suç ortağım; giderken ben öldüm ya sen kalırken gerçekten yaşadın mı?
Çok incitiyorsun, çok acıtıyorsun artık. Biliyorum dön desem, dönemezsin, gel desen gelemem… Peki ya neden hala içimin yanması? Peki ya neden bu beklemelerim, bu susmalarım, aşka kapalı kapılarım? Neden hala gelmeyeceğini kabullenemeyen bir yüreğim? Ve neden hala geleceğin günden ümidini kesmeyenim?
Söyle Allah aşkına ben deli miyim? Söyle bir tanesi ben neyim? Ben kimim? Adım sende, yüreğim sözlerinde, fikrim gözlerinde esir kalmış. Allah aşkına yüreğinde rehin kalan sevdamı ver, ver ki ben biran evvel öleyim. Ölüm dolu bir sonu sensiz beklemek, bin defa ölmekten beter ve senin yandığını ama yanımda biran bile kalamayacağını bilmek, her ölümden üste. Nereden mi biliyorum yandığını; ey! Sevgili unuttun galiba ben seni gerçekten sevdim ve sen benden az mı sevdin beni?
Her acının üstündedir seni sevmek ve tarihe not düşüyorum, bir gün ne çok sevdiğini, ne çok acı çektiğini, benden gittikten sonra hiç yaşamadığını bütün dünyaya anlatacaksın ve ne yazık ki o gün ben çoktan ebedi istirahatıma çekilmiş olacağım…
Ben seni gerçekten çok sevdim… Anlatılmaz yaşanır, yaşıyorum, yaşıyorsun. Biliyorum, biliyorsun işte…
|