Elleri koynunda, yalnızlığın endamında, geceyi mahmuzlayan bir delikanlı susmaya alıştırıyor gıcırdayan dişlerini…
Bir kız gizli gizli sigara içiyor, enkazında kaldığı terk edilişin üzerine soluyor bütün katran karası dumanları ve gözyaşlarından mırıltılar kusuyor geceye…
Cehennem bu olsa diye düşündü delikanlı ve şakağına dayadı yalnızlığını sonra bir biri ardına sürdü bağrışları. Gecenin ödü koptu…
“Gül” dedi kız, bana getirdiğin o kırmızı gül hani hiç solmayacaktı? Hani her mevsim kan kırmızı kalacaktı? “Hani” dedi kız, depremler vurmayacaktı? Fırtınalar parçalamayacaktı? Neden soldu? Peki, neden boynunu büktü gül?
Aşkın dümeni bozulmaya görsün, diye düşündü delikanlı. Kim kalırdı ki baki? Kim aldırırdı ki bir delikanlının “dur!” diyemeyişine? Ve bıraktığı o masum kırmızı güllerin ölüşüne, bitmeyecek, hiç gitmeyecek, terk etmeyecek diye düşündüğü aşkın ayrılığa dönüşüne, kim sarılırdı ki? Kim gecenin üstünü örterdi ki? Kimse…
Peki, şimdi kime sarılacağım? Kime anlatacağım sensiz gecelerimin, üşüyen ellerimin “sen” diye sızlandığını, gözyaşlarımın sen gelmeyince durmayacağını, bu tarifi kara, iç dar, dışı paramparça sevdamın merheminin sen olduğunu bile bile, peki ben kime mızmızlanacağım? Kime bu içi küf, dışı pas şehrin engerek yılanlarını şikâyet edeceğim? Ve sen gelmezsen ben nasıl yaşayacağım? Nasıl?
Kıza baktı delikanlı, uzaktı, yakındı bir sigara yaktı, çekti bütün mızıltıları sonra nedense özlediğini fark etti en şikâyetçi hallerini dahi. Keşke dedi burada olsaydı yine dizlerini karnıma, burnunu boynuma dayasaydı ve ısıtsaydım doyasıya. Üşümüş müdür? Diye duraksadı delikanlı…
Senden sonra ben yaşayamam diye düşündü kız ve saçlarına asıldı elleriyle, olanca gücüyle çekti, dibinden kopardı. “Sensiz neye yarar ki zülüflerim, hani vurgun yediğin zülüflerim. Ey! Yar, Nazlı’n ölüyor bilesin ve bilesin ben kapıma dilenci almadım sevgini ve bilesin ki tiryakin bendim, müptelan ben. Sen beni beddualarının öznesi ettin. Sahi bu kadar mı çok çektirdim? Sahi bu kadar mı çok nefret ettirdim?” Gülen gözlerindim hani? Küçük sevgilin, kır çiçeğin, en çocuk yanındım hani?
Ve “gece” dedi delikanlı, “hain gece…” “Ben” dedi sustu delikanlı. Neden sonra konuştu duvarlarla; “bin bir dualarda, zindan odalarda, sabah ezanlarında, ölürcesine sevdim seni Nazlım” dedi ve parmaklarını duvarlara bastırdı, bir yukarı, bir aşağı aşkın baş harflerini kırmızıyla kazıdı. Bağırdı geceye sesi kısılana kadar. Yürekleri kevgire çeviren bir haykırıştı, gece duydu, ay duydu, gök duydu ama yer gök yine de sustu. Delikanlı son kez “sevdim” dedi… “Yanarcasına, ölürcesine sevdim…” |