Yollarım yorgun sabahlara çıkıyor...
Gecenin içinden geçen bütün yalnızlıklarım, nerede uyandığını bilmeyen başımın zonklamalarında çınlıyor…
Menzil’e nasıl ulaştığını bilmeyen bir gönül yolcusuyum. Yorgunum, yorgunluğum önceden… Sahipsiz bir kimliğim, kimliğim gecelerden ve ben ezelden ebede karanlıkların içinden geçen, ay ışığında yolunu bulmaya çalışan garip bir yolcuyum…
Ömrümün seferleri pusulasız ve ben duldasız bir yaşamın kaybolmuş yolcusuyum. Gönlümün bütün melodileri sus pus olmuş. Şiirlerimi, türkülerimi yitirmişim. Savrulan bir yapraktan ve ıssız bir yolda unutulan tahta kulübenden farklı değilim. Şimdi bana kaybettiğim her şeyi verseler, biran umurum değil…
Çünkülere ve eğerlere ertelenmiş yaşamımdan, bir soluğa kalan vakit arası gel gitlerimin son yudumlarındayım. Olsaydın kurumazdım böyle. Gecelerin içinden sıyrılan kimliğim, kesinlikle günle kavuşur öyle ya da böyle sonsuza ulaşırdı. Ama sen her şeyi olduğu gibi, bir yudum senide çok gördün bana…
“Olsun” diye eklediğim namelerimde “namert” kalan bize yine sen değil zaman oldu değil mi? Ve bütün imkânsızlıklar, olumsuzluklar…
Böyle olmasını istediğini bir türlü kendine bile itiraf edemedin ve bizim karanlık yokuşlarımızın bütün veballerinin iki dudağın arasında kaldığını, bunun sadece senin korkuların olduğunu bir türlü kabullenemedin değil mi?
“Olsun” karanlıklar sonsuza kadarda olsa üzerimi örten ve yolumu kesen tek neden, inan umurumda değil. Biliyorum çünkü güneş doğacak eninde sonunda bir sabah sonsuza kadar uyurken…