Sus! Ne olur gece gözlüm, öykümüze sahip çıkmadığın geliyor aklıma ve namusun namlusuna sürdüğüm o “adam sevdam” dikiliyor karşıma…
İhanet deryasında boğazıma kadar batmışım. Her adımda bir sen daha çıkıyor karşıma. Çilem dolmadı sanırım. Biliyorum sabrım sonsuz değil, biliyorum “feleğin hain çarkı” bir adım daha kıpırdasa, adam yanım kan revan olur. Biliyorum bir avuç kan kalır, benden geriye…
Gecenin yüzü solmuş, gecenin rengi kaçmış ve ben rehin kalmışım karanlığa. Güneşin gel git aklı parlıyor yalanlarına sonra bir gümüş sessizliği dolanıyor boynuma. İçimi çektiğim her ana, geceme doğan gözlerin tanık…
Ve saire karanlıklarımdan sallanan ayrılık iplerine dolanmışım, yanmışım, bırakmışım boşluğa gövdemi sonra… Tutunamamışım, alışamamışım, katlanamamışım gönül sözlüğümde kabullenemediğim bu sözcüklere ve bu sözcüklerden kurulan bütün birlikteliklere…
Ayrılık yanmaksa eğer ben kül oldum, ayrılık gözlerini hayal dahi edememekse eğer ben kör oldum, ayrılık bir sözüne kalmışsa eğer ben sağır oldum gülüm… Ve ayrılık ölümden beterse eğer ben çoktan toprak oldum ama senin için, dönersin bir gün için nefes alıyorum sevgilim…
Sus! Ne olur konuşma, bir şey söyleme sakın ve sakın üzgünüm deme bana. Özrün kabahatinden büyük gece gözlüm…
Bıçkın bir yaraydı gidişin, ya “o” hiç dönmeyişin beş yıl, beş ay dinmeyen, hiç kesilmeyen ağrıydı, kanamalı bir yaraydı seni bekleyişim…
Ve şimdi gecenin duldasında kalmışlığım, bu acıya alışamamışlığım kanıyor boyuna. Gözlerin dikilse de karşıma, her vakit bu canı asmışlığım sallanıyor ve her vakit yalanlarına kanmışlığım susuyor bu genç yaşıma…
Ben seni Çanakkale’de üç adım sonra öleceğini bilen aslan Mehmetçik gibi, ben seni şehaadet şerbetini yudumlarken, elleri ve yüreği sımsıcak bir vatan perverin toprak aşkı gibi ve ben seni bu kutsal topraklar uğruna acımasızca süngülenen “atalarımız” gibi sevdim. Senin bir hain gibi tuzaklar kurduğunu, yandaşlarınla bir olup pusulardan pusulara koştuğunu ve benim düşmem için elinden geleni ardına koymadığını nereden bilirdim?
Gözün aydın, aşkının süngüleri ve paslı mermileri nihayet şah damarıma yakın düştü, nihayet ne olduğunu ve namusun namlusuna sürdüğüm o “adam sevdamı” kirlettiğini öğrendim. Öğrenmez olaydım…
Aşk süngüleri geçse de yüreğimden adres sormadan ve aşk süngüleri bağırta bağırta toprağa düşürse de naçiz gövdemi, inan umurum değil. Sen böyle vefasız çıktın ya ve ben öğrendim ya yüreksizliğini inan “ölüm” şeker şerbet…
Öğrenmez olaydım, bilmez olaydım kalpsizliğini ama nereden bilirdim? Nereden kurtarabilirdim sonu olmayan aşkımızı? Nereden? Nereden?
Bunu hiç unutmayacağım…
Murat İnce
09 Nisan 2010
|