Emre hiç doğmasaydım keşke… Keşke nefes almanın, severek yaşamanın belalarla dolu olduğunu hiç bilmeseydim.
Boşuna değilmiş doğarken ağlamak; öksüz kalmasın diyeymiş gözyaşları.
Aynalarda yansıyan yıkık aksımdan başka ne görebiliyorum ki? Hiç! Koca bir hiç!
Kan sızıyor dudaklarımın kenarından. Dişlerimin arasına mahkum etmişim hayatın bütün çilelerine susan kan dolu dilimi. Buruk, ekşimsi bir tat ılık ılık akıyor boğazıma ve kol yenine siliyorum bütün kanlı geçmişimi.
Bahar gelmiş yaşamımızın acı kıyısına. Ey! Beni sevdiğini sandığım adam, bahar gelmiş gönlümüzün yıkıntılarına, bahar aşkı düşürdüğümüz Arnavut kaldırımlarında nisan yağmurlarıyla oynaşıyor, sen neredesin?
Bahçelerde kiraz ağaçları dantelli gelinliklerini giyinmişler, serçeler daldan dala konup duruyorlar, ötüşlerinde yaz var, oyunlarında aşk. Derken hafif bir rüzgar saçlarımı okşuyor sonra uzun susuşlarım başlıyor bu bilmediğim gel gitlere… Gün, ay, yıl ve mekan yönünü şaşırmış, neredeyim? Bilemiyorum. Gece mi? Gündüz mü? Umurumda değil. Sen yoksun, olmayacaksın ve her şey anlamını yitirecek. Sensiz nefes almak istemiyorum. Emre ben, ben hiç doğmasaydım keşke…
Güneş alnımdan, gözlerimden kaçırıyor yüzünü, kim görmek ister ki? Ben istemem, meraklı değilim sensiz gün doğumlarına, hayran değilim ayın şavkına ve sevmiyorum sensiz denizi, toprağı…
Yeteri kadar perişanım ama yinede bıkmıyor oynamaya hayat. Her gün yeni bir azap ve her gün yeni bir bölümle karşıma çıkıyor. Ben daha önce hiç seyretmedim, okumadım ki yani çok tecrübesizim. Bu oyunu bir türlü anlayamıyorum. Benim bütün gerçeğim sendin, hayranlığım, sevgim, aşkım, bütün oyunlarım sanaydı ve sensiz hiçbir şey istemiyordum hayattan. Anlamadın…
Direncim, kim bilir kaç kez evrim değiştirdi? Her defasında alıştım vurmalarına, ayakta kalmayı başardım başarmasına ama beynimde arıların saçma vızıltıları hiç bitmedi. Sonra sorgularının ardı arkası hiç kesilmedi bende, profesyonel bir işkenceci gibi acımasızca tırnaklarımı kaç kez kökünden söktün, iyilik anlayışına hayran bırakarak. Oysa hiçbir şeydi hayat, tatlı değildi, acıydı gerçek yüzü. Hep sahtekar yanlarıyla gelmişti kalbime; acaba dedim, acaba bu kez gülümsemeyi mi öğretecek bana? Sevindim ki nasıl sorma. Dalda serçeydi yüreğim, ha çıktı çakacak yerinden, korktum, üşüdüm, titredim. Ardına nereden geldiğini bilmediğim tokatlar patladı suratımın ortasında.
Sonra alındı oyuncağım ellerimden, ağladım…
Kızıl perin…
|