Her derdine razıydım Gülenay…
Samimi gecelerimizde hep ağlardın. Öylece seni izlerdim gün doğana kadar… Hep bir pişmanlık duyardın, bilirdim, susardım…
Bugün seni görmeyeli tam beş yıl oldu. Kalbimin ağustos böcekleri susalı tam beş yıl… Bilir misin ki böyle bir ayrılık yer kürede yaşanmadı ve anlar mısın ki o samimi geceler bu ayrılığı hak etmedi…
Koskoca beş sene Gülenay… Kaç ilkbahar geçti, kaç sonbahar, kaç ay, kaç gün, kaç saat… Her derdimin devası sendin. Sensiz olan hiçbir hayalim yoktu. Bir bardak suyu bile birlikte içerdik yudum yudum…
Dibeklerde öğütülen, her sillede biraz daha ezilen ve biraz daha örselenen bir canım şimdi. Gel de kurtar Gülenay… Sana susadım, bir yudum sana…
Öfkenin terazisi tutulmuyor ve kaçan günler büyük oluyor. Her nefeste biraz daha yaklaşırken sana, aciz bedenim toprağa yüz sürüyor ve biliyor musun toprağı daha bir başka seviyorum, her saniye biraz daha sen olduğum için… Yalnız ölüm; Çünkü bizi kavuşturan. Toprak çünkü bize deva olan…
Eyy Gülenay!.. Her derdine razı olduğum geceler, günler boyu sustuğum, çaresizliğimi kalbime mahkûm ettiğim, kafamı duvarlara vurup kanadığım, sustuğum Gülenay!..
Eyy Gülenay!.. Nazlı ceylanım, sevdalım, büyük aşkım… Hani yamaçlarda açan kardelenleri sonra dağ eteklerindeki çitlembikleri ve dahası manolyaları hiç soldurmayacaktık?.. Hani o bir bardak suyu gerekirse avuçlarımızın içinden yudumlayacaktık?.. Neredesin ?.. Sebebim, ömrüm, asıl gerçeğim; söylesene şimdi ben sensiz ne yaparım?.. Nerelere çıkarım?.. Hangi dağ eteklerine bu canımı salarım?.. Söyle Allah aşkına söylesene Gülenay?.. Başımı alıp gideceğim bir dağ, yoksa kendimi sürgün edeceğim bir yamaç mı kaldı?..
Biliyor musun Gülenay?.. Sensiz çıktığım bütün dağlar, yollar ve cümle alem tanır beni… Tanır bu pejmürde halimi… Sensiz geçen günlerimde sorarlar seni ve ben hep susarım GÜLENAY… Mazeretim her zaman aynı… Yakında, çok yakında… Emin olun, O’da size benziyor, yakında gelecek derim, demesine de… Hep içimde aynı yara kanatır beni; birdenbire bir ses yankılanır o sana benzeyen dağlarda; “Allah’ım al bu canımı, toprağına kat, taşına çevir ve Gülenay’ıma kavuştur beni…”
Hiçbir ses ve hiçbir yol daha sana çıkmadı Gülenay… Sanıyorum az kaldı… Her geçen gün biraz daha benziyorum kara toprağa, yüzüm kil renginde, ellerim bembeyaz, dudaklarım çorak topraklar gibi… Ölüyorum… Bir yudum su Gülenay, bir yudum su…
Hadi avuçlarımda öl şimdi… Hadi kana kana sonsuzluk şerbetini iç şimdi… Ben içiyorum GÜLENAY ve sana geliyorum… Her derdine razı olduğum, yazım, yazgım, GÜLENAY’IM aç bağrını sana geliyorum…