Aşk bir cehennemse ben yanmaya hazırım. Aşk ölümse ölmeye de… Sana o kadar çok hazırım ki, görsen yüreğimdeki ateşi, sende çoktan kül olmaya razı olurdun.
Görmedin fakat… Ve öylece beni bana, beni yüreğimin yarasına sarıp gittin uzaklara. Yine de külsün, belki üfürsem rüzgârımda kaybolup gidersin ama sana bunu asla yaşatmayacağım. Sen yaşadığın yüzyılın en çok acı çeken kadını olarak kalacaksın…
Dalgalanan bir aşkın en nazlı yüzüydün ve masumdun yüreğimde sen. Anlatamadıklarımda gizli sevda, gösteremediklerimde yangındın.
Koca bir adamdım aşkın dudaklarında. Yaralıydım, geçmişin ağır prangaları vardı ayaklarımda. Kepaze bir geçmişin öznesiydim, senin ağır adam rolünü biçtiğin ana kadar. Giydim sonra üstüme. Çok yakıştığını düşündüm önce, sonra öyle bir kaptırdım ki kendimi rolüme, kapı kenarına sinmiş bir kedi kadar zayıftım gözlerinin gölgesinde.
Alışıyordum her geçen gün biraz daha. Öyle ki; “aşk” adamı ıslah edermiş deneme yanılmasının, herhangi bir damlasıydım… Damlaydım çünkü senden çıkıp gidene kadar. Herhangi bir candım. Öylesine küçük, öylesine zayıf…
Dağıtmak vardı iğrenç çehresini canım ömrün. Olmadı ama… İşte “o” an, hem kendimi, hem seni vurdum şakağımdan. Aşkın şahdamarını, görmediğin gözlerimi, tutmadığın ellerimi kestim…
Bu yaşadıklarımıza “aşk” diyorlar. Senin kitabında, senin inandıklarında “aşk” bumu? Sevip sevip atmak mı? Unutmak mı? Başka zamanlara kaçmak mı? Yalan yağmurlarında kirlenmek mi? Biliyorum tertemizsin sen…
Geceler dolup boşalıyor gönlümde. Terk edilmiş bir adamın yumrukları kanıyor izbe köşelerde. Sen içine kaçıyorsun, sen kendinden kaçıyor görmek istemiyorsun bütün bunları. Kanayan şu satır araları düşüyor sadece bir kâğıt aklığına. Sonrada gizli gizli okuyup saklanıyorsun benim kanla yıkadığım köşelere…
Ne istedin ki bu sevdadan? Ne bekledin ki şu yalan hayattan? Ne sanıyordun ki beni? Susuyor, konuşmuyor diye, her derdine razı, her kedere isyan ama bir sana varım diye yollarına düşen yüreğimle alıp veremediğin neydi? Neydi bu cehennemin ortasında bir başıma beni bırakan, senin bırakmanı yasal kılan duygu neydi?
Yolların düşmeyeli köşelerime ve yolların gelmeyeli yaslı şehrime uzun yıllar oldu. Evet, yaşadım, evet yaşıyorum ve yaşayacağımda. Evet, yazmaya da devam edeceğim, belki pulsuz olacak bütün mektuplarım ama gözlerine ama yüreğine ulaşacak ve sen yandıkça yanacak, okudukça yeniden doğacak ama bir daha asla bana kavuşamayacaksın, kavuşsan da asla benim olmayacaksın, asla senin olmayacağım. Sen yaşadığın yüzyılın en kötü kadını, en çok acı çekeni ve en çok haram tutan gözleri olacaksın. Belki ağlayacak, belki çıldıracaksın, belki de bütün bunları anlamayacak, haram tutan ellerinin yanmasını hayırlara yoracaksın. Hayırsız bir aşk, hayırsız bir sevgi, hayırsız bir yürek olduğunu belki kıyamet günü anlayacaksın.
Tanıyorsun beni, bütün bunları “sen gel” diye yazmıyorum. “Ne olur anla beni” diye de yazmıyorum, dersem yalan olur ama sakın gelme sen. Çünkü ben “o” gün, “o” ayrıldığımız yerdeyim. Doğru orada kaldım, aşk sınıfının yüksek lisansını yaparken yüreğinden atıldım. Ama ben orada kaldım, o köşede, o sokak da ve bu şehirde, tam o günkü kadar sıcak, o gün ki kadar ağlak ve o gün ki kadar masum. Bugün bunların hiçbiri sende kalmadı. Gelsen hiçbir şey değişmez. Ayrılık yine sarkar acılara. Çünkü senin ellerin, gözlerin, yanaklarında güllerin kirlenmiş bir defa. Bırak düşlerimde ak güvercinler takla atsın bu sokaklarda, bu caddelerde, aşkın bütün koridorlarında. Bırak kırkikindi yağmurlarından sonra çıkan gökkuşağının altında kirleneyim ben ve sen hep tertemiz kal… Sakın! Yıkama ellerini… Unutma! Ben bir daha tutmam o kırılası haram tutan ellerini…
Mahşerimi yaşatan yüreğine haram olsun bütün yazdıklarım…
Murat İnce
|