Cumhuriyetten önce, insanların platonik aşklarıyla, duygu dünyasında dolaşan İstanbul Edebiyat’ı, Cumhuriyet sonrasında ayağını yere bastı, diyebiliriz.
Kimlik arayışının Tanzimat Dönemi’nde başladığını görebiliyoruz. Cumhuriyetin ilanıyla gerçekçilik olgusu hız kazandı. Cumhuriyet edebiyatı, İstanbul’dan başlayarak; semt edebiyatı olmaktan sıyrıldı; yoksul-zengin-ezilen insan modelleri üzerinden yürüdü.
Nazım Hikmet, sınıfsal açıyı öne çıkardı, emekçiler onun dizelerinin figürleri oldular.
Kemal Tahir, kenti, siyasal kişiliklerin dekoru yaparken; Mehmet Akif Ersoy için İstanbul bir mabetti. Halide Edip Adıvar, farklı semtlerde ki yaşamın, toplumsal, siyasal bağlantılarını konu edindi. Müslüman İstanbul’a odaklandı ve ‘’Sinekli Bakkal’’ eseriyle hafızalara kazındı.
Yahya Kemal Beyatlı, zamansız bir şehir yarattı. İstanbul’un semtlerine tepeden baktı. Beyatlı dizelerinde; Boğaziçi kıyıları ve Süleymaniye eski-yeni inançların, yaşama biçimlerinin karşı karşıya geldiği bir kültür karmaşasıydı.
Nişantaşı, Teşvikiye gibi özel yaşamların olduğu semtlerin oluşumuna ışık tutan Cemal Kuntay; toplumsal ve siyasal devinimlere romanlarında yer açtı.
Salah Birsel, İstanbul insanlarını bir değişik gördü. Mizah duygusuyla oynattığı kalemi, mekan ve insanların renklerine, çeşitlerine odaklandı.
Ahmet Rasim İstanbul aşıklarındandı. 40 eserinin tamamında kanlı-canlı İstanbul insanlarının yaşamlarının şekillerine yer verdi.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, İstanbul’la ilgili romanlar yazdı. Gürpınar’ın eserleri yüzyılın başında İstanbul yaşamıyla ilgili pek çok anlatı içerdi.
İstanbul semtlerine atfedilen satırlar, yalı ve köşk hayatı etrafında dolaşırken; Cumhuriyet’le birlikte, Anadolu’dan göç alan gecekondu insanlarına, yöneldi.
Peyami Sefa ‘’Fatih-Harbiye’’ ile doğu-batı bağlamında; mekan-insan sentezinin bağlantısını gözler önüne serdi.
Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘’Beş Şehir İstanbul’’la müzikten mimariye, İstanbul şehir gelişimini, değişimini özgün bir biçimde anlattı.
Anadolu’dan göç, İstanbul Kültürü’nü değiştirdi. İstanbul artık güzelliğini göremeyen, ekmek parası derdine düşmüş, kozmopolit bir benliğin esiri olmaktaydı.
Orhan Kemal’in insanları, büyük şehirde yaşam mücadelesi verenlerdi. Bu insanların yaşam gerçeğini romanlarına taşıyarak bir bakıma tarihe tanıklık etti.
Sermet Muhtar Alus, İstanbul yaşam biçiminin gözlemci canlı tanığıydı ve bize gerçek yaşam belgesellerini armağan etti.
Şiirler, edebiyat yazınları, belgesellerden sonra tiyatro oyunları da İstanbul ve yaşam ilişkileri konusuna el attı.
Ekrem Reşit Rey’den ‘’Lüküs Hayat’’ gerçekliğiyle günümüze kadar gelen bir fenomen olarak varlığını sürdürdü. Vasıf Öngören’in ‘’Zengin Mutfağı’’ alttakiler ve üsttekiler ilişkisinin ilk örneklerindendi. Sadık Şendil ‘’Orta Oyunu’’ geleneğini sürdürürken; Güner Sümer ‘’Hüzzam’’ la değişim ve yeni değerlerin doğuşu temasını işledi.
Orhan Veli Kanık, İstanbul’un seslerine odaklandı. Şiirsel güzellikte gördüğü İstanbul, onun dizelerinde kendini tanıdı.
Ümit Yaşar Oğuzcan İstanbul’a aşkını, İstanbul’u aşıkların mekanı yaparak itiraf etti. Attila İlhan, farklı tercihlerin şehrini şiir ve romanlarında iştahla işlemenin keyfini bizlere de bulaştırdı.
Edebiyatın gelişiminde İstanbul’un etkisini gözlemleyince, İstanbul sadece bir şehir mi? Yoksa bir ilham perisi mi? Diye düşünmeden etmek mümkün mü?
.
|