İnsanoğlu, son sistem teknolojinin tüm gereklerini kullanıyor. Yeryüzünü değiştiriyor. Issız, doğal kalmış birçok bölge, turizm adına, sanayi adına hızla gelişiyor. Bu çığ gibi büyüme, doğaya uyum sağlamıyor. Aksine egemen oluyor. Beton ve elektriğin değdiği doğa, bilim ve teknik adına onarılmaz bir şekilde yara alıyor.
Limanlar, dağlarda beton yollar, kayak pistleri, vadilerin, ormanların yüzünü değiştiriyor. Konfor sağlamak adına tatil kentlerinin gelenekselliği bozuluyor. Bilim ve teknik sayesine, buzul bölgelerinde ya da susuz çöllerde yeryüzünün her noktasında insanoğlunun daha çok doğayla birlikte olması adına doğa düzenleniyor.
Çağdaş insan ise doğanın kentin panzehiri olduğunun farkına varıyor. Şimdiden insanlar doğaya yakın yaşamanın yollarını arıyor. Çünkü insanların iş yaşamları dışında rekreasyon alanlarına şiddetle, ihtiyaçları var. Rekreasyon kelimesi birçok kimseye yabancı gelebilir. Rekreasyon alanları, keyifle nefes almayı sürdürebildiğimiz alanlardır. Parklar, bahçeler, korular, bisiklet yolları, piknik alanları, spor tesisleri, arkadaşlarımızla buluştuğumuz kahveler, modernize edersek kafeler, hobilerimizi gerçekleştirdiğimiz mekanlar; bunların tamamı rekreasyon alanlarıdır.
Ülkemizde Rekreasyon Derneği, 1959 yılında ‘’Rekreasyon Cemiyeti’’adıyla heykeltraş Lerzan Bengisu tarafından kurulmuştur. Derneğin amacı, o günden bu güne, günlük uğraşılar dışındaki boş zamanları, güzel sanatların çeşitli dallarında çalışarak; sportif, doğaya yönelik faaliyetlerde bulunarak, ruh ve beden sağlığını koruyan aktiviteler yapmayı teşvik ederek, destek olmaktadır. Rekreasyon şimdilerde dünya üniversitelerinde bölüm olarak açılmış ve önemle üstünde çalışılan bir konudur.
Baş döndüren şehir yaşamı içinde, bireyin, doğa içinde yer almaya her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğu kesin gerçeğini kabul eden şehir planlayıcıları; doğa-kent oluşumunu artık iç içe kullanmaya başladılar.
İnternette,anlamlı bir video dolaşıyor. ‘’Adım Doğa, Doğa Ana’’ diye başlıyor. ‘’4,5 milyar yıldan beri buradayım. Benim insanlara ihtiyacım yok ama insanların bana var. Geleceğiniz bana bağlı. Ben gelişirsem siz de gelişirsiniz. Sarsılırsam sizde sarsılırsınız. Daha kötüsü de olabilir. Milyonlarca senedir buradayım. Sizden daha büyük türleri besledim. Aç bıraktım. Benim toprağım, akan nehirlerim, ormanlarım var. Hepsi sizi yok edebilir. Beni sayıp saymadığınız önemli değil. Her günü nasıl yaşamayı seçip seçmediğiniz önemli. Davranışlarınız sizin kaderinizi belirleyecek. Ben Doğa’yım. Var olmaya devam edeceğim. Evrimleşmek üzere varım’’Cümlesiyle sonlanıyor. Etkili değil mi?
Tabiat ana, bilim ve sanatın çıkış noktasıdır. Mermer, kil, ağaçtan heykeller, objeler yapılmış; ressamlar peysajlarında, yeryüzünün en güzel köşelerini paylaşmışlardır. Renkler, kelebeklerin kanatlarında ki desenler, yaprakların damarları, çiçeklerin biçim ve dokuları modanın başlıca ilham kaynağı olmuştur. Bilim uçan kuşu, uçağa dönüştürür. Liste böyle böyle sürer, gider.
Van Gogh, kardeşi Theo’ya (Arles Nisan başı 1888) yazdığı bir mektubunda ‘’ …..Gül renkli şeftali ağaçları kadar güzel yeni bir meyva bahçem var-çok çok uçuk pembe kayısı ağaçları… Şu sıra birtakım erik ağaçları üzerinde çalışıyorum- binlerce kara dal arasında sarımsı beyaz çiçekler… Korkunç denecek miktarlarda boya ve tuval kullanıyorum….’’ Der. Doğa’nın‘’Ana’’ eki üretkenliğe davet edişinden olsa gerektir
İlk cemrenin düşmesiyle hava, su, toprağın tekrardan ısınmaya başlayacağı günlere girdik. Bahar yavaşça yüzünü gösterdi. Dağların yükseklerinde hala kar olsa da güneş ışınlarını emen, ısınan topraktan yansıyan ışınlar havayı da ısıtmaya başladı. Meyve ağaçlarının tomurcukları baş verdi. Kendimizi doğanın kucağına bırakmaya başladık bile.
Gün gelecek, insan doğaya tam anlamıyla egemen olacak. Burada ki önemli nokta, botanikçilerin, ekoloji uzmanları ve zoologların uyarılarının duyulması; bilim adamları, hekimler, biyolojistlerin hava-su kirliliği, sanayi ve nükleer atıklar için önerilerinin önemle uygulanmasıdır.
Bilinçli toplumlar doğaya egemen olurken sakınmak gereğini de bilirler. Sağlıklı yaşam sağlıklı çevreyle olur, doğa kendini gözeteni, gözetir. Doğa insanın panzehiridir. Doğa’yı korumayı unutmayalım. O’nu torunlarımıza borçluyuz.
|