Yok derken şimdi yok. Genç kızlık dönemimde vardı. Bir kedim vardı. Hatta üç kedim oldu. Hayvanları hep sevdim. Kedileri bir ayrı sevdim. Kocaman yeşil gözlü, kuyruğu kesik Arap kedimin yeri ise bambaşkaydı. Bir gün gitti ve dönmedi. Sokak kedisiydi. Sokağa döndü. Babam hep ‘’Sokaktan gelen sokağa gider ‘’derdi. Duydu sanırım…
Hayvanlarla ilgili bir bağış sergisinde ilk aklıma gelen kedi resmi yapmak olmuştu. Hatta bir keresinde de ‘’Kedi Kadınlar’’ dan olduğum (iltifat mı değil mi, çözemediğim) bir sohbet içinde bulmuştum kendimi. Kedi efsane bir hayvandır. Uzun ve güçlü arka bacakları sayesinde boylarının beş katı yüksekliğe sıçrarlar. Saatte 48 km hızla koşarlar. Hatırlayalım, 100 km dünya rekortmeni Usain Bolt’un hızı saatte 44,5 km dir.
İlk kediler Afrika’da 20 milyon yıl öncesinde ortaya çıkmış, hayatımıza karışmışlar. Kedilerin beş bin yıl öncesi bilinmiyor. Evcil kediler ise Mısır kökenli. Nil vadisinde tarım yapan Mısırlılar, kedilerin avcı yönünü fark edince kedileri kutsal ilan ederler. Yiyecek ambarlarını basan farelerin kökünü böylece kuruturlar. Üstünlükleri kedilere dokunulmazlık kazandırır. Yangın esnasında önce kediler kurtarılır çünkü onlar yarı tanrıdır. İnsandan üstün kabul edilirler. Öyle ki Nil Vadisi insanları kediyi yüzlerce tanrısının arasına alır. Artık O neşe ve müziğin, kıvrak dansların temsilcisi kedi kafalı tanrıça Bastet’tir. Evcilleştirilip sıcak evlere, kendilerini seven kucaklara kavuşan kedilerin; miyavladıkça eve tanrıçanın armağanı neşe dolduğuna inanırlar. Mısırlıların Kedi Tanrıçası Bastet , Vatika’nın eski Yunan ve Roma salonlarında mermer, mozaik ve bronz heykelleriyle varlığını günümüze kadar sürdürür.
Kedinin avlanma yeteneğine duyulan saygı, güzelliğine duyulan sevgi, gizemli kişiliğine duyulan hayranlıkla kediyi kutsallaştıran Mısırlılar, ölen kedilerini de mumyalatırlar. Görüyorsunuz, kedinizin ‘’Birlikte yaşadığım bu insanlar beni besliyor, seviyor, bana çok iyi bakıyorlar… Ben tanrı mıyım ne?’’ havalarında evde dolaşması O’nun suçu değil. Sadece genetiğiyle günümüze taşınan gücüdür.
Kediler dünyaya 5. yy itibariyle ticaretin başlamasıyla yayılırlar. Gemilerdeki farelerin can düşmanları, dünyaya karışır ve çeşitli türler oluştururlar. Altın devirlerini yaşarlar. Avrupa’da Hristiyanlık öncesi kedi kafalı Tanrıça Freya için kutsal gün ilan edilir. O gün Freya Günü’dür. Törenler düzenlenir. Çalınır, oynanır. Batı takvimlerinde ‘’Friday’’ Cuma günü olarak yer alan gün bu gündür.
Hristiyanlığın kabulü ile kedicikler lanetlenir. Freya şeytan ilan edilir. Zavallı kediler, kadınlar gibi cadı ilan edilerek yakılırlar. Ortaçağ karanlığında birçok masum kadın ve kedi cadı damgası yiyerek, hunharca öldürülür. Bu kararları kimler verir? Tabi ki erkekler verir. Sonra ne olur? Kediler azalınca, fareler çoğalır. Veba can almaya başlar. Rönesans’ın ardından Viktorya Dönemi’yle birlikte, saygınlıklarını geri kazanarak; kediler yararlı ve güzel hayvanlar olarak evlerde, insanların kucaklarında ki yerlerini alırlar. Kediler insan işkencesinden can düşmanları fareler sayesinde kurtulurlar.
O’nların tanrıça soyundan gelme güzellikler olduğu unutulmamalı. Canları ne isterse onu yaparlar. Söz dinlemezler. Her miyav sesi ‘’ilgi göster’’ anlamındadır. Ruh durumu değişkendir. Evin en güzel ve yüksek köşesi O’nundur. Hayata oyun oynamak için geldiği söylenebilir.
Kediler ve kadınlar… Her ikisi de güzel, güçlü, üstün özellikli ve faydalı yaratıklar. Havva’ın kızları kadınlar da canlarının istediğini yaparlar. Asidirler. Çoğu söz dinlemez, dinletir. Ruh durumlarının
değişkenliğini belirtmeme gerek var mı? Ya da devamlı ilgi görme isteklerini… Avcı durumlarından hiç bahsetmesek diyorum.
Ortaçağda kadın-kedi kaderinin bu kadar örtüştüğü de düşünülünce; günümüzde kadına ve hayvana yapılan şiddetin parelelliğini görünce…
Kedi Kadın gerçeğini kabullenmek mi gerekiyor?
.
|