Yaşamın rengi olan sanat bir tutkudur. Sanatçı bu tutkuya aşkla bağlıdır.
İnsanın boğazında düğümlenen duygular vardır. Onlar yaşanmışlıkların saf güzellikleridir. Sanatçının içselliğinde debelenir. Durulur. Çizgisine, renklerine konu olur. Sanat hayatı besleyen ana kan damarlarından biridir. Hayatımızdaki aldığı yer, nesiler boyu genetik kodlarımızla günümüze taşınmış, derin ve önemlidir.
Sanatçı, Kış mevsiminin soğuğundan, Sonbahar’ın renklerinden, Yaz mevsiminin gün ışığından beslenir. Özellikle de Bahar rüzgarının taze, duygu dolu, serin nefesi tenlere dokununca; dallardaki taze tomurcuklar, başlarını gökyüzüne uzattığında; bülbül küçücük bedeninden umulmayan bir tonla güneşe açan güle şarkılar söyler ya… Hırçın, yıpratıcı rüzgarların kavurduğu ''yalnız ruhlar'' kapılarını farkına varmadan aralar. Ansızın yatağından taşan bir ırmak gibi çağlayan ''aşk'' gönüllere akar.
İşte o an sanatçının ilham perisinin kanatlandığı andır. İşte o an, usta ellerin, usta dillerin çağladığı andır. Sanatçılar, sadece bedenlerini besleyen tutkuyla yetinemezler. Doygun bir aşk ya da aşırı giden umutsuz bir aşk ya da keskin kırıp döken… Sınırları zorlayan özleme esir olmak belki de sarsıcı duyguların verdiği kırgınlık, küskünlük, mahzun bir bakış… Papatyanın yeşil çimenden başını çıkarışı, bir çocuğun annesine uzanan eli, leyleklerin gökyüzünde süzülüşü, bir kadının farkında olmaksızın eda kattığı yürüyüşü, bir acı bakış, yanaktaki gözyaşı, delicesine yağan yağmur, dalgın bir iç çekiş… İlham, iç sızlatan, ya da gülümseten, derinlere saklanmış duyguların mavi suların içinden çıkıp güneşle buluşması gibidir. İlham perisi sanatçının omzundadır. Uzaklardan belli belirsiz bir müzik duyulur. Sanat ve tutku aşkla dansa başlar.
Sanatçı ve aşk ilişkisi yüzyıllar boyunca eserlere yansır, yansımaktadır. Sanatçının aşkı farklıdır. Sanatçı aşkı cinsiyet gözetmez. O yaratılana aşıktır. Büyük gücün yarattığı ''Muhteşem Figür'' e aşıktır. Kendine aşıktır. Önceleri anlamadığı bu gerçekle daha sonra yüzleşmek zorunda kalır. Kendini sevmeyi sevmiştir çünkü üretir. Gerçekte kendini ortaya koyar. Benliği eserleridir.
İnsan, beynini kullanıp, yaratabilen tek türdür. Bireysel kafa yapısı ve ruh yaratıcı olmayı sağlar. Yaşadığı hayata görerek bakar. Gizini bulup, çıkarır. Duyarlı, düşünsel ve düşsel güçle beslenen aurası, yaratıcılığının sel olup akmasının tek sebebidir. Sanatçı ruhu, içinde çılgınlık barındırır. Kabına sığamayan, düşünen, bulan, heyecanlanan, depresif özel bir yapıya sahiptir. O ruh aslında genlerle kodlanmıştır. Doğru yer ve ortamda, sanat yapıtı olarak dışarıya taşmayı bekler.
‘’Güzel sanatlar; insanın elinin, kafasının ve kalbinin birlikte çalıştığı şeylerdir.’’ Der, Francis Bacon. Sanatçı farkı görür. Renklere, desenlere aşıktır. Hayal gücü, Tanrı’nın elini Adem’e uzatabileceğini düşünecek kadar uçuktur. Tuvaline düşürdüğü her desen, her renk kendini yansıtır. Hayaline aşık olur; ya da bazen, sihirli dokunuşlarıyla, sabırla taşa işlediği surete tutulur. İlhamıyla eşleştiği o muhteşem an başyapıtını verir.
Sanatçının aşkı, sorgulanamaz. Anlatılamaz. Hikayesi eserlerindeki yansımasıdır. Sanatçı düş kurar ve yapar. Sanatsever bakar ve gördüğünü anlar. Sanatçının gerçeği, sanatseverin gerçeği ile her zaman örtüşmez. Sanatçının dünyası, sanatsevere bambaşka yansır. Her eser kendine hayranlık ya da hayretle bakanlara kendi hikayelerini anlatır.
Sanatçı-aşk dansı tutkuyla sonsuza dek sürecek bir gizemdir. 15 Nisan 2018 Dünya Sanat Günü’nü yurt genelinde açılan muhteşem insanların eserleriyle, şehirler farklı olsa da gönüller bir olarak kutladık. Sanatla nefes almanın dayanılmaz hafifliğinde, sonsuza dek hafifleyebilmek isteğiyle; sanata gönül ve destek veren herkesin bu anlamlı gününü gönülden kutluyorum.
Yüksek uygarlığın merdiveni sanattır. Unutmayalım, cahili, iblisi, kötüyü, fesatı, haseti ve savaşı korkutan tek şey de yine SANAT'tır.
|