İlkbahar güzel mevsimdir dersem itiraz eden olmaz sanırım. Yenilenmeyi, tazelenmeyi, başlangıçları, uyanışlarıyla İstanbul’da İlkbahar bir başka güzeldir dersem, tartışılır mı? Belki. Bahar ülkemin her yöresinde ayrı güzellikte yaşanır da yine de ben İstanbul’da bir başka yaşanır diyenlerdenim.
Nisan başında aceleci mimozalar güneşi kıskandıran sarı renkleriyle aniden beliriverir. Erguvanlar, kuru dallardan pembe öbekler halinde patlar. Boğaz kıyılarına ışıldayan kolyeler gibi seriliverirler. Mavi gökyüzüne doğru uzanan dallarıyla her iki kıyıyı alabildiğine pembe-mor renklere boyarlar. Bahar şenliği başlar. Derken, güneşin ısıttığı, rüzgarın ürperttiği Nisan’la birlikte İstanbul’un altın kadehleri, Sultanahmet’ten, Emirgan’a uzanırlar. Laleler… Arsız ve bir o kadar rengarenk Laleler.
İstanbul bir kez daha mevsimi altın kadehlerden sunar. Kana kana içelim. Tadına varalım. Güzel havaların keyfini renklerle enerjiye dönüştürelim. Umut dolalım. İlkbahar’ın büyüsüyle yaşam sevincini bir kez daha yakalayalım diye.
Ne demiş Süleyman Daşdağ; Bir güzellik var rengarenk insanlarda./Çünkü bahar var bu sabah İstanbul’da.
İstanbul’da ilkbahar bir başka yaşanır. İnsanlar, sahillere taşar. Hafta sonları deniz kenarları, yürüyüş yapan, çimlerin üzerine, ağaçların altına yayılmış İstanbulluları ağırlar.
Bu şehirde baharlar kısadır. İlkbahar da kısa sürer. Kimi zaman yarısı yağmur, yarısı kış olur. Metropolün yoğun iş ve trafik karmaşasında, güneşli günleri yakalamak, fırsat yaratmak, tükenmeden anı yaşamak pek de kolay değildir.
Peygamberimizin işareti, Fatih Sultan Mehmet’in rüyalarının şehri İstanbul aslında bir gül şehridir. Fatih’in "İslâmbol'u açıp gülzâr yapmak" niyeti gerçekleşince; muhteşem korularıyla çeşitli ağaçları konuk eden cennet İstanbul ‘a çok miktarda gül çeşitleri ekilmeye başlanmıştır. Köşklerin, yalıların, konakların bahçelerine çok önem verilmiş; padişaha ait has bahçeler kurulmuştur. Güller bahçelerin vazgeçilmez çiçekleridir artık.
Türk kültür ve edebiyatında gülün etkisini bilmeyen yoktur. Gül, aşk demektir. Parfümün olmadığı zamanlarda, banyo sonrası gül yaprağı serili çarşaflara sarılan hanımlar, mis gibi ten kokularını böyle elde ederler. Salonlarda vazolar içinde her gün suları tazelenerek yer alan renkli güllerin mis kokuları salınır.
Sinan Karakaş dizelerinde ‘’ Ay kıskanır gül yüzünü, yıldızlar sana yaklaşır,/Bülbüller gülü bırakmış, senin kokunla dolaşır,/Dallar bile uzanmışlar, görmek için pencerene,/Bağımlılık yapmaktasın, her gören sana alışır’’ mısralarıyla gül kokulu hatunlara öykünür.
Ve derken lale güle rakip olur. Öyle ki Osmanlı’da bir devre ismini verir. Lâleler 16-18. Yüzyıl arasında İstanbul’u ele geçirirler. Konakların, yalıların, köşklerin bahçelerinde güllerin yanında yer alırlar. Öyle ki bahçesinde lâle yetiştirmeyenler insanların ayıplandığı dillenir.
Lale desenleri, gül desenlerinin yanında çini süslemelerde, dokumalarda bezeme olarak da yerini alır. Padişahların laleye olan düşkünlüğüyle 17. Yüzyılda lale çiçeği soğanlarının karaborsa satıldığı bile söylenir. Kağıthane, Sadabad yalısında yapılan Lale Devri şölenleri ağdalı anlatımlarla, kitaplarda bolca yer bulur.
İstanbul bir kez daha Sultanahmet Meydanı, Emirgan Korusu, Gülhane Parkı, Büyük Çamlıca Korusu ve Göztepe 60. Yıl Parkı’nda Lale Festivalini kutluyor. İstanbul’un parkları, bahçeleri, şehir içindeki çiçek tarhları altın kadehlerle bezendi.
13. Lale Festivali dolayısıyla şehre 30 milyon lale dikildi. 125 ayrı türde yerli tohum neredeyse gökkuşağı renklerinde tüm şehre yayıldı. Festivalin sürprizi, Sultanahmet Meydanı’nda hazırlanan 1734 metrelik canlı lale halısı oldu. İstanbul’un Fethi’nin 565. Yıldönümü sebebiyle 565 bin lalenin ekimiyle hazırlanan halı, muhteşem bir görüntü sunuyor.
İstanbul’un simgesi Altın Kadehler, gerçek anavatanlarında hayat bulmaya devam ediyor.
Ne yazık ki lale ömrü kısa bir çiçektir. İlkbaharda bize bir göz kırpar ve geçer gider. Hadi anı yakalayalım. Altın Kadehler arasında hoş sohbetli yürüyüşler başlasın.
|