Mevsimler değişti. İnsanlar değişti. Dünya değişiyor. Aylardan Temmuz ama Ağustos kapıya dayandı. Temmuz’u yarıladık mı, yaz bitti demektir. E tabi yazı dünyanın başka bir ucunda sürdürmek de mümkün.
Ağustos ayının gelişi bende hafiften bir kırgınlık yaratır. Sebebi bellidir. Özlemle beklediğim bahar aylarının ardından yaz mevsiminin elden gidiyor olmasına üzülürüm. Nedense keyifli bir hafiflik hissettiğim yazı geride bırakacak olmanın hüznü, usulca içime çöker. Açık havada park ve bahçelerde, teraslarda ferah oturamayacağımız düşüncesi; sokaklarda, deniz kenarlarında, yazlık evlerimizde geçireceğimiz gün sayısının azalması kaygılandırır beni… Bilirim ki, bir yaz daha hayatımızdan usulca geçip gitmektedir. Bize kalan, yaşanmışlıklar veya yaşanmamışlıklar olacaktır. Onlar da çıplak ayaklarımızın kızgın kumsala bıraktığı izler gibi kuvvetli bir dalgayla köpüklere karışıp yiteceklerdir.
Her şey gibi sanatta değişiyor ama artık yaz ayları sanatın hızını kesemiyor. Sanat kampları ve köylerinde buluşuluyor. Yeni projeler, çalıştaylar, sergiler tatil beldelerinde son hız devam ediyor. Sanat yapmak, on iki aya yayılmış, yurtdışı sergileri ve gezilerle destekleniyor.
Ülkemde Dokuma Fabrikaları’nın tek tek satılıyor, kapatılıyor olması sanatçı Günay Aral ve Emine Alışık elbirliğiyle Sümerbank ruhunu canlandırdı. Cumhuriyetimizin dev projelerinin yok oluşunun ağrısı yüreklerde şahlandı. Geçmiş, günümüze taşındı. Allı-güllü basmalarımızı gün ışığına çıkardı.
Ayvalık Cunda Adasında 46 sanatçı bir araya geldiler. Kilise Sokak’ta canlı performanslar sergilediler. 14 Temmuz sabahı başlayan workshop akşamüstü eserlerin Olgay Sanat Galerisi’nde sergilenmesiyle son buldu. Basmadan, gömlek, şalvar giyen sanatçılar eserleri ve giyimleriyle görsel bir şölene imza attılar.
Farkındalık yaratan bir projeyi, 46 sanatçının desteği, özgün eserleriyle hayata geçiren Günay Aral ve Emine Alışık 2018 Temmuz sıcaklarında; zeytin diyarı Ayvalık'tan sanatçı duyarlılığıyla ‘’Basma fistan giyerim, zeytinyağlı da yerim, aman’’ sloganıyla seslendiler.
Fotoğraf sanatına gönül vermiş dostlarla yaptığımız geziden dönerken düşünüyorum da inşallah bu proje seneye de düzenlenir ve gelenekselleşir. Kim bilir belki ben de orada olma şansını yakalarım. Bu arada Çubuklu Gölü 'nden ( Göynük-Adapazarı) İstanbul yönüne gidiyoruz. O da ne? Aniden kendimizi göz kamaştıran, sapsarı toz bulutunun içinde bulduk. Koro halinde hepimizden keyif, heyecan dolu bir ‘’Oooooooooooo’’ sesi yükseldi. Şoförümüz yolun kenarına yanaşır yanaşmaz, arkadaşlarla makinalarımızı kaptığımız gibi fotoğraf çekmeye koştuk.
Karşımda bir ''Namık İsmail-Harman Yeri'' tablosu var sanki. Biz Şehirde yaşayanlar için hele ki fotoğraf çekiyorsanız, inanılmaz, paha biçilmez doğal bir platform. Masal gibi bir manzarayla karşı karşıyayız. Traktörlerle tarladan gelen buğday başakları, boşaltılıp, patos (sap, saman, başak ayırım) işlemine tabi tutuluyor. Erkek ve kadınlar beraber çalışıyorlar. Bir kişi başakları yere savuruyor. İkisi patos makinasına veriyor. Diğer iki kişide başakları makinadan alıp çuvallıyor. Yabası ile sap kısımlarını bir yana iteleyip yığın yapan biri daha var.
Çallı kuşağı ressamlarından olan Namık İsmail’in ’’Harman -1933-T.ü.y.b. 165/200’’ tablosu en bilinen eseridir. Bu tablo Güzel Sanatlar Resim ve Heykel Müzesi (İstanbul-Beşiktaş) kapısından girince soldaki duvarda uzun süre asılı kaldı.
Yol boyunca çektiğim görüntüleri kontrol ederken, düşündüm de; keşke yaşarken bizimde sapla –samanı ayıracak bir makinemiz olsaydı. Gerçek işe yarayacak taneleri bulmakta ne kadar da zorlanıyoruz.
|