1 Mart 1929, o sabah İstanbul’da Boğaziçi ve Haliç donar. Yanlış okumadınız, buz tutar. İstanbulluları önce şok eden bu manzara sonrasında herkesin sahillere koşup buzların üzerinde hatıra fotoğrafları çektirmeye başlamasıyla, keyifli bir eğlenceye dönüşür.
İlkokula gittiğim yıllar ne çok kar yağardı İstanbul’a… O zaman iletişim bu denli hızlı değil. Okullar kolay tatil edilmez. Servis yok. Evimize en yakın okula yürüyerek gideriz. Kar, tipi bizi yıldıramaz. Aksine kar yağar mikroplar ölür. Virüsler daha hayatımıza girmemişlerdir. Kartopu oynama düşüncesi bizi keyiften uçurur. Okul dönüşü kartopu savaşları başlar. Eve sırılsıklam döneriz. Islak ve mutlu… Hey gidi günler hey! Ebeveynlerin olumsuz söylemleri yüzümüzdeki gülümsemeyi silemez. Az sonra zar zor kopardığımız izinle, ıslak eşyalarımız soba kenarında daha kurumadan yeniden bu kez mahalle arkadaşlarıyla kardan adam yapma sevdasına girişiriz. Kömürden gözler, havuçtan burun valla ağız yerine ne kullanıyorduk, unutmuşum.
Ailecek yaptığımız kestane kebap partilerinin arasına karışan bozacımızın sesiyle mutlanır, düdüğünü öttürerek gezen mahalle bekçimizin varlığıyla kendimizi güvende hissederdik. Buğulu camlara burnumuzu dayar, saçaklardan sarkan buzları seyreder, camın buğularına parmağımızla şekiller çizer, kıkırdardık. Yeniden kartopu oynamaya, kartonlar üzerinde kaymaya çıkmak için vızıldar durur; izin çıkınca da soğuğa aldırmadan ayaklarımız ardımıza vurarak, dışarı koşardık.
İstanbul’un kar maceralarına dönecek olursak, İstanbul Boğazı ilk kez 401 yılında Bizans döneminde, 20 gün boyunca donar. Tarih, 8. Yy’da 739, 755, ve 763 kış aylarında da Boğaz ve Haliç’in donduğunu, Üsküdar’dan Galata’ya yürüyerek geçmenin mümkün olduğunu yazar. 928’de buzlar dört ay erimez. 934, 1232, Osmanlı Dönemi’nde 1621 ve 1823 yıllarında da benzer durumlar yaşanır.
2 Mart 1929’da Cumhuriyet Gazetesi ‘’İstanbul dün buzların hücumuna uğradı.’’Başlığını atar. Görülmemiş bir manzara yaşanır. Tuna Nehri’nden gelen on metre boya ulaşan buz kütleleri İstanbul Boğazı’ndan geçerler. Deniz suyunun 1 derece olması, buz kütlelerinin erimeden İstanbullulara resmigeçit yapmasına elverir.
24 Şubat 1954 annemle babamın evlendiği yıl, İstanbul boğazı son kez buzlarla kaplanır. Babam annemi alır, Ortaköy’e giderler. Orada birçok İstanbullu ile Tuna’dan Karadeniz’e inen, daha çok Çengelköy, Kanlıca, Büyükdere, Ortaköy’de denizi donduran buzları seyrederler. Babam ‘’ Poyrazköy ve Rumelikavağı’n da sandallarıyla buzların yanına gidenlerin, buz üzerinde zıplayarak çektirdikleri resimleri gördüklerini anlatır.
Benim İstanbul’da kar ile ilgili hatıram, kızım ilkokula gittiği yıllarda bir sabah uyandığımda bahçeye bakan salon penceremin yüksekteki 5o santimlik kısmı dışında, kardan bir duvarla örtülü olması… Çok şaşırıp, gözlerimi birkaç kez kapatıp açtığımı hatırlıyorum. Gerçekten algım bozulmuştu. Okullar 15 gün tatil edilmiş, kızımla ev oyunları icat ederek, videokaset (o zamanki teknoloji) izleyerek zamanı değerlendirmiştik.
Ve bu günler Adamo’nun ‘’ Her yerde kar var, kalbim senin bu gece/ Belki gelirsin sen, bakarken pencereden/Gözler yalnız özler, karda senden izler/Yürümek karda zordur, Gelirsen bak aşk budur/Dönsen köşeden şöyle/ Şarkı söylerim böyle’’ sesiyle güzelleşir. Benden söylemesi... Hava buzzz ama siz yüreğinizi her daim sıcak tutun.
|