Gün soğuk, gün kar yağışlı, gün Poyraz'dan estiriyor. Gün İstanbul.Gün yüzünü yağan kara çevirmiş. Gün gri-mavi, gün puslu ama gün yeni, gün umutlu, gün sevgi dolu; gün bugün İstanbul’da boğaz semalarında martıların kanadında uçuyor.
Martılar… Bıkmadan usanmadan denizin üstünde uçuşuyorlar. İç sesim, kulağıma eğilip, Martı Jonathan’ın sözlerini fısıldıyor; ‘’Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi, zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz.’’
Yüzyıllar öncesinde denizlerle çevrili bir ülke, ülkeyi yöneten kral ve uğruna her şeyi göze alabileceği birde kızı varmış. Prenses bakanların bir kez daha baktığı, güzelliği ve bir o kadar da güzel huyu ile göz kamaştırıyormuş. Halk arasına gezmeye çıktığında, kendisiyle karşılaşanların ona bakmaması için kral ferman yayınlamış. Muhafızları eşliğinde çıkacağı ilan edilir, kralın tebası ya başını önüne eğer, gözlerini kapatır ya da evlerine kaçarmış. Bakmanın cezası ölüm olarak belirlenmiş.
Hikaye bu ya günlerden bir gün köyün fakir delikanlısı merakına yenilmiş. Başını kaldırdığında Prensesle ile göz göze gelmişler. Ah aşk! Okunu her ikisinin de kalbine saplayıvermiş. Birbirine tutulan kısa ama derin anlamlı bakışlar onları aşkın ateşine atıvermiş. Prenses kendini saraya kapamış. Yemeden içmeden kesilmiş. Delikanlıyı görmek ister ama ölümüne sebep olacağı korkusuyla, uykularından olurmuş.
Gönül ferman dinler mi? Aklından Prensesi çıkaramayan Delikanlı bir gece gizlice girdiği saray bahçesinde, mahmur gözleriyle uykuyu aramaya çıkan Prenses ile karşılaşıvermiş. Bir kez daha gözleri birbirine gönülden takılan gençler tek kelime konuşamadan saray muhafızlarına yakalanmışlar.
Delikanlı aşkına kavuşamamanın kendisini nasıl olsa öldüreceğini hissediyormuş. Hiç çekinmeden kralın önünde eğilerek, kızına duyduğu aşkı dillendirivermiş. Prenses göz yaşları içinde babasına delikanlının hayatını bağışlaması için yalvarmaktaymış. Kral kızının haline dayanamamış. Delikanlıyı öldürmek yerine, denizin ortasındaki Fener Adası’na sürgün etmiş.
Aradan geçen aylar, gençleri gönlündeki ateşi küllendirmek şöyle dursun, daha da körüklemiş. Yüzme bilmeyen Delikanlı, papirüslere kömürle karaladığı mektupları, fenerin etrafında uçuşan martılara okuyormuş. Benekli bir martı delikanlının bu durumuna çok üzülüp, mektupları Prensese götürmeyi üstlenmiş.
Prenses, penceresine konan martının getirdiği mektupları sevinçle almış. Cevaplar yazmış. Duygularını birbirine aktaran gençlerin aşkı bacayı sarmış. Her biri diğerinin mektubunu gözler, başlarını gökyüzünden yere eğemezmiş. Bir sabah ağzında mektupla kızının penceresine konan Benekli martıyı gören kral, durumu öğrenince önce ne yapacağını bilememiş. Çok duygulanmış. Martıların anlayabildiği ama kendinin anlayamadığı aşka saygı duymuş. Kızının aylardır süren yas halinin, dolu gözlerinin, eğik başının hasretten olduğunu kavrayıvermiş. Kızına evlenmelerine izin verip; tüm ülkede yüz gün yüz gece sürecek bir düğün yapacağına söz vermiş. Kralın en büyük gemisi delikanlıyı sürgün yerinden almak üzere yola çıkmış. Hemen bir mektup yazmış. Durumu sevinç çığlıkları içinde yazıya dökmüş. Delikanlının bir an önce haberdar olması için mektubunu sevinç gözyaşları içinde martıya vermiş. Tüm martıları düğüne davet ettiğini söylemeyi de ihmal etmemiş.
Benekli martı öylesine sevinçliymiş ki, müjdeli haberi delikanlıya vermek için hızla uçarken bir yandan da arkadaşlarına ‘’Düğünümüz var, düğünümüz!’’ diyerek haber vermekteymiş. Fener adasına varmak üzereyken mektup bir anda gagasının arasından kayıp rüzgara kapılmış. Denizin devasa dalgaları arasında görünmez olmuş.
Martılar hep birlikte denizin üstünde uçuşarak müjde içeren o mektubu aramaya başlamışlar. Uzağında denizin üstünde uçuşan ve mektubu bulmaya çalıştıkları için bir daha asla yanına gelemeyen martılara ne olduğunu anlayamadan bakıp duran delikanlı; Prensesten ümidi kesmiş. Bir akşam gün batımında fenerden denize atlayıvermiş. Beyaz köpüklü dalgalara kendini bırakıvermiş. Gözlerinde Prenses güzelin hayali, son nefesini vermiş.
Hikaye bu ya… İşte martılar o gün bu gün vuslatı müjdeleyen bu mektubu aramakta imişler.
Bilirsiniz, martılar keskin gözleriyle çok uzakları görürler. Onlar bulamazlarsa kim bulur aşk dolu mektupları? Karın doyurmak için didişmenin kargaşası, iktidar olmanın hırsının çemberi ötesinde, çok
kıymetli manevi değerler olduğunun, sevgiyle kucaklamanın, birleşmenin bilincine varmak için; daha kaç yaşamdan daha geçmemiz gerekecek, acaba?
Gün İstanbul. Gün mavi-gri. Gün soğuk ama martılar denizin üstünde uçmaya devam ediyorlar. Uçmayı bir öğrensek! Cehaletimizi kırabilir, becerilerimizi, yeteneklerimizi, zekamızı kullanarak kendimizi bulup, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz!
Uçmayı öğrenebilir miyiz? İçinde sevda barındıran mektupları bulabilir miyiz?
|