Yeni yıla girmek üzereyiz. Hava iyiden iyiye çok soğudu. Belli ki bir yerlere kar yağıyor.
Gelen yeni yılların bende artık heyecan yaratmadığını hissediyorum. İnsan her şeye doyuyor diye düşünüyorum. Benim gibi doğuştan ‘’Polyanna’’olanlar bile.
Kucağımda oturan bir kedi sıcaklığını özlüyorum. Şu an tüylerini okşamak, mırıltısının müziğinde kaybolmak büyük bir mutluluk olabilirdi. Hayvanları çok sevmeme rağmen, yaşam stilim dolayısıyla (gezen tavuk misali=)gezici düzen tutturmuş kadınlardan olduğum için hayvanın ruh sağlığını düşünerek edinemiyorum.
Kahvemin sıcağına sarılıyorum.
Telefonuma dostlarımdan, arkadaşlarımdan Yılbaşı mesajları düşüyor. Bir mesaj, mesaj kutusundan bir tık, rehberde yer alan kişilerin tamamına gönderilen bir mesaj, kabul edilebilir elbet. Özel hazırlanmış olsa kabul edilebilir. O bile bir yerden kopyala yapıştır. Hayal gücü, emek, heyecan; hani nerede? Gönderende olmayınca, alanda da olmuyor, sıradanlaşıyor.
Ellerim üşüyor. Kucağımda oturan bir kedi sıcaklığını özlüyorum.
Hani o simli, kokulu, üstünde mutlaka Noel baba resmi bulunan kartları anımsıyorum. Heyecanlı kart seçimleri, yollanacak adreslerin tasnifini, en içten duyguların dolma, tükenmez, kalemler yoluyla kartların üzerinde seyahat ederek; posta yoluyla ulaşılan ellerde, sabırsızca açılan, okunurken yüze yayılan tebessümlerle karşılanan kokulu kartları…
Böyle zamanlarda nostalji su yüzüne çıkıyor. Ve özlemek, görüyorum ki bizleri çağa ayak uydurmaktan geri koyamıyor. Kolayı, rahatı çok seviyoruz. Çabuk alışıyoruz. Dönüşüyoruz.
Hafiften sulu kar başladı. Çocuklar kar tatili hayali kurmaya başlamıştır bile.
Çocuklar… Yeni yıl en çok onları sevindiriyor.
2020’ ye şurada bir şey kalmadı. Ne yazık ki insanların büyük bir bölümü Noel’in 25 Aralık tarihinde kutlandığını; 31 Aralık gecesi kutlananın yeni bir yıla giriş olduğunu hala anlayabilmiş değiller. Bir kısım insanımız, Yeni yıl akşamının din ile yakın-uzak ilişkisi olmadığını hala kavrayamadılar. Bilgisizliğin kucağında oturmaya devam ediyorlar. Müslümanlığın ilk emri OKU iken bunu kendilerine nasıl yakıştırıyorlar; anlamakta zorlanıyorum.
Pencerem görsel bir şölen sunan televizyon ekranına dönüşüyor. Gökyüzünden benzer görünen ama her biri diğerinden farklı kar taneleri salınarak toprağa kavuşmaya başladılar. Aynı gözüken ama her biri diğerinden ayrı, havada tüy hafifliğinde dans ederken, erişilmez gibi duran, yere düştüğünde ise eriyip toprağa karışan… Tıpkı insan yaşamı gibi. Ne yazık ki birçoğumuz yaşarken o hafifliğin keyfine varamıyoruz. Sağ olmanın, nefes almanın dayanılmaz hafifliğinin keyfine varamıyoruz.
Ellerim hala soğuk. Kucağımda oturacak bir kedi sıcaklığını özlüyorum.
Çam ağacının iğnelerine yapışan kar taneleri birbirlerini kucaklıyor. Sonra hoyrat rüzgar karları savuruyor. Toz haline dönüşüyorlar. Aynen Hayat gibi; yaşam da nasıl da savuruyor bizleri bazı zamanlar. Elimizden hiç bir şey gelmiyor.
Doğumla ölüm arasında geçen zaman, Hayatımız bize acı ile tatlıyı yan yana sunuyor. Aslında serap misaliyiz. Bir varız bir yok oluyoruz. Yaşantımız, gidenler ve gelenler arasına konuşlanmış. Bizi yaşatan anılar; paylaştıklarımızla yokluğumuzda bizden bahsettirecek anılarımız. Bizi ölümden sonrada yaşatacak sihirli ve sıcak anların güzel anıları olacaktır. Yakaladığımız güzelliklerle mutlu olmalı, bizden bahsedecek son kişi yok olana kadar ölümsüz olacağımızı unutmamalı, ardımızda keyifli hikayeler bırakmalıyız.
Değerli okuyucularım, keyifli, unutulmaz, parıldayan anılar, çocuklarımıza torunlarımıza bırakacağımız en güzel servet değil mi?
Dalai Lama’nın güzel bir değişi var; Bir yılda hiçbir şeyin yapılamayacağı iki gün vardır. Birine ‘’dün’’ diğerine ‘’yarın’’ deriz. İşte bu yüzden BUGÜN: Sevmek, inanmak ve özellikle de yaşamak için DOĞRU bir GÜN’dür.
Ve belki ben de bir kedi edinmeliğim.
Sevgi ve iyilikle dünyada barış, umut, beraberlik duygularının yıldızının parlayacağı bir yıl diliyorum.
|