İçimdeki çocuk isyanlarda…
Covid-19 salgını dolayısıyla Mart ayının ortasından itibaren Haziran ayının ortalarına kadar mecburi ev hapsine tutulunca; Kıpkırmızı bir huniyi kafasına takıp dolaşma isteği duyuyor.
Atın beni mavi gökyüzündeki beyaz bulutların üstüne!
Atın beni kır çiçekli vadilere!
Atın beni denizlere! Diyerek, göğüs kafesimi yırtarcasına sessiz çığlıklar atmaya başladı.
Meğer ne zormuş, hayal kurmadan yaşamak. Ne zormuş hedef koymadan çalışmak. Yarınları düşleyememek. Önünü görememek. Kendi oyunlarını kurma çabasındayken, yaşamın önüne koyduğu oyunu oynamaya mecbur kalmak. Eli kolu bağlı kalmak. Yapabilecekken yapamamak, harcayabilecekken harcayamamak. Gidebilecekken gidememek. Daralan sevgi çemberinin içinde, seslerle, görüntülerle, sadece sağlık haberleriyle mutluğu yakalamak.
Deniz’in esip duran özgür kızıyken ellerini, kollarını, ayaklarını kendi hapsine almak. Duvara çarpmışçasına bocalamak. Engin yaşam koşusuna görünmeyen düşmanın koyduğu engelin karşısında durup, kalakalmak.
Coşkunun, kaygıya; kelebek etkisinin kafesteki kuşa dönüşüne içsel olarak tanıklık etmek. Beyazların griye dönüşünü, Gökkuşağının her bir renginin solmaya yüz tutuşunu izlemek. Özgür neşenin koşusunun ayak süremeye dönüştüğü duvarlar arasında kalmak.
Güneşin pencere geçişlerini izleyip, balkonda yakalamak. Sardunyalara sığınan düşüncelerin Nazım dizelerinde kendini bulması. Hani der ya ‘’Bugün Pazar, beni güneşe çıkardılar’’.
Yüreğimin sesini uçtuğunu hayal ettiğim renkli uçurtmanın kuyruğuna takıvermek. Beyaz martıların kanadına yanımda olmayan ama hep gönlümde olan sevdiklerimin selamını yüklemek.
İçimdeki çocuk isyanlarda…
Ve şimdilerde içimde hiç büyütmediğim o çocuk, yeni keşiflerde. Bir sonraki günün pusuna aldırmadan avuçlarını kaygısızca toprakla buluşmaya koşan damlalara açıyor. Gülümsüyor. Yüzü ıslanıyor. Ferahlıyor. Özgürce düşen her bir damlanın kulağına fısıldadığı kelimelere kendini bırakıveriyor.
İçimdeki çocuk heyecanlarda çünkü yüreğini uçurmayı öğreniyor.
‘’Bu da gelir bu da geçer, kim ya da ne baki kalmış ki’’. Bedenine değen damlalar fısıldamaya devam ediyor. ‘’Yüreğindeki sonsuz sevgiyi ve umudu düş kırıklıklarına dönüştürme sakın!’’ diyen damlacıkları özümserken gülümsüyor.
Yüreğini donduran gel-gitlerine yol veriyor. Puslu yarınlarına yüreğinde sıkıca kapamış olduğu perdeyi açıveriyor. Karanlığın paradoksunu gün ışığına buluyor. Yağmur damlalarına karışan tuzlu gözyaşlarının diline ulaşan tadını alırken, gülümsemesi büyüyor.
Yaşamla dansı birden güç ve devinim kazanıyor. Yaşamın kendisine şeker ve tuzu karıştırıp yedirdiği zamanlara öykünüyor. Mavilerin morcivertlere, pembelerin kan kırmızısı yürek yaralarına döndüğü uzun zamanları geride bıraktığını anımsıyor. Yürek sesinin kürek sesi gibi başına dank diye vurduğu zamanları; gerçek aşka ulaşmanın midyedeki inciyi bulmak kadar zor olduğu, cam kırıklarına basarak ilerlediği çıkmaz sokakları; gerçekleşmeyen rüyaları, an yaşama hevesi sonrasında benliğiyle hesaplaşırken battığı bulanık suyun derinliğini, doğru ile yanlışın nasılda yer değiştirip ruhunun alabora olduğu zamanları hatırlıyor.
Güvenip kendini bıraktığı avuçlarda, nasıl da çırılçıplak ve çaresiz kalmışken silkinip yeniden doğuşunu hatırlıyor. İçindeki çocuk gülümsüyor.
Yağan yağmurla beraber kaygıları da diniyor. Bereketle ıslanan, parlayan çimlerin, köklerini doyuran güllerin ferahlığına kavuşuyor. Kalbinde uykuya yatan umut baş veriyor.
Şarkı söylemeye başlıyor. ‘’Çocuklar inanın inanın çocuklar / Güzel günler göreceğiz güneşli günler / Motorları maviliklere süreceğiz/ Güzel günler göreceğiz güneşli günler…
Harika Ören/ 17 07 2020
|