‘’Gazeteciler için 'Tarihin tanığı' derler. Tanık aynı zamanda suçludur. Medyanın siyasi iktidara biat ettiği, toplumunu kandırdığı, olup-bitenleri milletinden gizlediği yerde ne özgürlük, ne insan hakları, ne demokrasi, ne hukuk olur. Ve gazete yazarı bu büyük suçun kaçınılmaz parçasıdır. Ve bir gün herkes gibi gazetecinin de başına bir şey gelebilir. O zaman suçlu tanık, aynı zamanda mağdurdur da...’’ Diye yazmıştı.
Gazeteci, yazar Bekir Çoşkun'un "Başın Öne Eğilmesin" isimli kitabının arka kapağından bir alıntıyla başladım yazıma çünkü ismi ve bu satırlar kitabı hiç düşünmeden alıp, soluksuzca okumama sebep olmuştu. Tesadüf şu ki rahmetli eşim Vecdi Ören tarafından düzenlemesi yapılarak, Dostlar gurubu tarafından çalınıp, Edip Akbayram tarafından seslendirilen, Sabahattin Ali’nin bir şiirinin adıdır, Başın Öne Eğilmesin.
Kadıköy Belediyesi’nin Sanat Kütüphanesi etkinlikleri çerçevesinde Bekir Çoşkun’un Atatürk’ün Kızları söyleşi ve imza günü düzenlediğini görünce; kitabımı çantama, kendimi Caddebostan Kültür Merkezi büyük salonuna attım.
Cumartesi trafiğine takılıp gecikince, Bekir Çoşkun yazılarını renklendiren Hasan Rastgeldi’nin tablolarıyla ilgilenmeyi sonraya bırakıp koşar adımlarla salona girdim. Hani denir ya; iğne atsan yere düşmeyecek gibi salon hıncahınç dolu ve bir o kadar insanda dışarıda kapı önlerinde bekleşiyor. Sahnenin önünde yere oturmaktan başka çarem kalmadı. Bekir bey sohbete başlamış, insanlar O’nun ağzından çıkacak her bir kelimeyi net duyabilmek için kulak kesilmişti.
Duayen gazeteci, yazar Bekir Çoşkun; toplumda din ve kötü ahlak yapısının, iki karşıt kavramın kullanılarak, umduklarını bulamayan, varoşlarda yaratılan küskünler ordusunun çığ gibi büyüdüğünün altını çizerek, göç alan şehirlerde kentli oranının %20 ler de kaldığını, ahlaki değerlerin yozlaştığını ve kimlik sorununun ortaya çıktığını, bu durumun kaygı verici olduğunu belirtti.
Telefonlarda üç kişi konuşmaya alıştığımızı, dinlendiğimizi hatırlatarak ülkedeki son gelişmelerden sonra Türkiye’de durumun dibe vurduğu, dönülmez bir yola girildiği tüm doğrularımızın yerle bir edildiği düşüncesinde olduğunu söyledi. ‘’Ne yazık ki torunlarımıza ve çocuklarımıza karşı borçlu duruma düştük; çocuklarımız bunu çözeceklerdir ama çok zor şartlardan geçmek zorunda kalacaklardır’’ diyerek endişesini belirtti.
Zaman zaman sözleri, haykıran kadın ve erkek sesleriyle kesildi. Çeşitli şikayetlerini ileten çözüm isteyen insanlar vardı. Siyasetçilerin salonlardan çıkarak halkın arasında karışmaları, halkla yan yana olmaları düşüncesi sevinçle karşılandı. Ayten Gökçer, Levent Kırca, Yonca Evcimik gibi sanatçılar, yazarlar Bekir Çoşkun’u yalnız bırakmayarak, sahnede onun yanında yer aldılar.
Çoşkun, konuşmanın beyinden, yazı yazmanın yürekten geçtiğin bu özel günde ve bu kadar kalabalıkla söyleşmenin mutluluğundan bahsederek, kadınlara çok güvendiğini defalarca belirtti. ‘’Atatürk’ün Kızları’’nın haklarını en iyi şekilde koruyacaklarına inancını hiçbir zaman kaybetmediğini ifade etti. Erkekler saatlerce iki direk arasından bir topun geçip geçmediğini gözlerken; kadının çocuğunun bakımıyla ilgilenip, bir yandan da yemek pişirip, ütü yapıp, komşusuyla kahve içmeye vakit ayıracak kadar çok yönlü ve becerikli olduğu gördüğünü dile getirdi. Kadının geriye çekilmek istenmesini ‘’kadın korkusuna’’ bağladı. ‘’Erkekler kadın gücünden korkuyorlar’’ dedi.
‘’Atatürk’ün Kızlarına güvenirim, Onları gözlerinden tanırım, mahallenin çocuklarına şeker veren hanımlardır Onlar… Cebinizde Cumhuriyetimize sahip çıkmaya yetecek kadar şeker var mı?’’ Sorusuyla sohbetini tamamladı.
Söyleşi boyunca basından arkadaşlarda yanımda yerde oturma pozisyonu aldılar. Resimler çektik, notlar aldık. Can kulağıyla dinledik. Alkışladık. Özel bir güne tanıklık ettiğimizin farkındaydık. Gazetem Efecehaber’in de yazarı olan Bekir Çoşkun’la o gün tanışma fırsatı buldum.
Sorulan sorular, verilen cevaplar bitince kitap imzalamaya geçildi. Bekir beyin beni ‘’İşte bir Atatürk kadını daha’’ diye karşılayışını unutamam. Kitabım elimde imzalatma çabam sonuç vermedi. İzdihamdan dolayı kendisiyle 3-5 cümle zor edebildiğimiz Başyazarım Bekir Çoşkun’dan imza almam bir başka bahara kaldı. İmza almakla kalmayıp, konuşmak, dertleşmek istiyorlar, resim çektiriyorlar, sarılıyorlardı. İmza masasının önünde çok uzun bir kuyruk vardı.
Çoşkun, Başın Öne Eğilmesin’i Cumhuriyet Kadınlarına ithaf etmişti.
Kültür Merkezinden çıktığımda hava iyice soğumuştu. Üşüyen ellerimi ceplerime soktuğumda avucuma gelen iki adet şeker, yüzüme mutlu bir tebessüm yayılmasına sebep oldu. Şekerler torunum içindi.
‘’Dileyin, kader hiçbirimizi sevdiklerimizden ayırmasın’’ dedi ama sevgili eşini ardında koyup, Pako’suna kavuştu. Bekir Çoşkun yazılarıyla ardında öyle derin bir iz bıraktı ki yeri doldurulamaz bir efsane olarak yaşayacaktır. Nur içinde yatsın.
Harika Ören
22 Ekim 2020
|