Sanatın insanla başladığı gibi Tıp’da elbette insanla başlar.
Homeros, İlyada Destanı’nda “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” cümlesiyle; kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü’nün Aesculapius olduğunu tarihe not düşer. Zeus gazabına uğrayıp, yıldırım çarpmasıyla can veren Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından ‘’Tıp Tanrısı’’ ilan edilir.
Tıp amblemlerinin sembolü olan ve tarihi M.Ö. 3000’ lere uzanan yılan figürlü asası, Asklepios ile bütünleşir. Asklepios sözcüğünün Grekçe Askalabos’den türediği yani yılan anlamına geldiği söylenir.
Mitolojiyi bir yana bırakırsak yaşadığı kesin olarak bilinen ve hizmetleri sonucu tıbbın babası olarak kabul gören kişi Hippocrates’tir. M.Ö. 460-450 yılları arasında Kos adasında doğar. Babası da doktordur. Hipokrat’ın Tıbba katkıları ve felsefesi Dünya Tıp çevrelerince kabul görür. Bir çok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Yemini-andı” meslek yeminini ederler. İslam tıbbının etkisi altında kalan Osmanlı hekimleri, kapılarını Rönesans buluşlarına kapatınca Tıp Medreseleri bilgiden yoksun kalır. Yeni bilgilerle donatılmış hekim yetiştiremez olur. Matbaanın geç gelişiyle kitap basımında geri kalınması, dil bilen hekim sayısının azlığı, Osmanlı hekimlerini kendi kitaplarını yazmak zorunda bırakır.
İtalyanca ve Fransızca bilen az sayıda hekim gelişmeleri takip edebilir ve bunlardan Şanizade Mehmet Ataullah (1771-1826), Mustafa Behçet Efendi (1774-1834) gibi hekimler yeni tıbbın tıp eğitimine girmesini savunurlar. III. Selim sadece Rumlara Tıp Fakültesi kurmaları için izin verir (1805). Dönemin 21 yaşında ilk hekimbaşısı olan Mustafa Behçet Efendi Tıphane kurulması için çaba sarf eder ama amacına ulaşamaz. Ancak, II. Mahmut devrindeki Hekimbaşlığı sırasında 1827’de 53 yaşındayken, yeni kurulan orduya hekim ve cerrah yetiştirilmesi gereğini fırsat bilir. Padişah, Batılı anlamda ilk Tıp Mektebi Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağında kurulmasını uygun görür..
Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilir.
1867 yılında Türkçe Tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış, 1870 yılında da Askeri Tıp Okulu’nda dersler Türkçeleşmiştir.
1909’da Askeri Tıbbiye ve Sivil Tıbbiye aynı binaya taşınarak birleşir. Darülfünun Tıp Fakültesi kurulmuş olur.
İlk tıp bayramı 1. Dünya savaşı sonunda, 14 Mart 1919’da, işgal altındaki İstanbul’da yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak kutlanır. Öğrencilerin tepki törenine Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katılırlar. 1933’de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi’ne dahil olur ve peşinden de 1945’te Ankara Tıp Fakültesi, 1954’te Ege Tıp Fakültesi kurulmuştur.
Rahmetli babam, annemin ikinci eşi Dr. Haluk Sümer, Tıp Eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde almış. O zaman imtihan yokmuş. Yazılıp gidiyormuşsun.
Günümüze kadar gelen bu “14 Mart Tıp Bayramı” kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde önceleri “Sağlık Haftası” ve daha sonra “14 Mart Tıp Haftası” olarak kutlanmaktadır.
Sağlıkçılarımız; ülkemizin sağlık ordusu… Pandemi döneminde, canlarını hiçe sayarak, ailelerine hasret, gece gündüz demeden, sağlıksız koruma elbiseleri içinde nasıl çalıştıklarını izledik. 387 sağlıkçımız yaşamını yitirdi. Kaybettiklerimize rahmet dilerken, minnetlerimi iletiyorum.
Yaşam standartlarının biran önce düzeltilmesini diliyor. Gerekli görüyorum.
|