‘’Yap –kızım-hanım-gülüm- bir kahve, orta şekerli-sade-şekerli-kıtlama- olsun. Şööle karşılıklı içelim.’’ Deriz ya. Sabah kahvesi candır. Öğlen kahvesi bayram… Deyince bayramlarda ikram edilen kahvenin anlamı, keyfi bir başkadır. Yanına Gül likörü ya da acıbadem, lal rengi bir akide; işte bu anlar da bir şölendir.
Nerden gelir, nereye gider bu kahve diyeceğimde gittiği yerin ağız tadıyla önce ruh sonra mide olduğunda hemfikiriz. Nerden geldiğine bir bakalım.
Anlatıya göre Güneybatı Etiyopya'da Habeşistan’ın ‘’qahwah’’ yöresinde Kaldi isimli dağ çobanı sürüsünü otlatırken, keçilerinin artık az uyuyup durmadan hoplayıp zıplamaya başladığını fark eder. Durumu garipseyince keşişlere danışır. Keçilerin, koyu renkli kahve çekirdeklerini yedikten sonra bu duruma geldikleri tespit edilince; insanoğlu geri kalır mı? Tadına bakıverir.
İnsanların yüzyıllardan beri tanıdığı bu ünlü içecek Arabistan’dan Dünya’ya yayılmıştır. Kahve bitkisinin ana vatanı Habeşistan’dır. İnsanoğlunun yabani kahve bitkisinin dağ çobanının keçileri tarafından keşfedilmesiyse oldukça enteresan.
Araplar o zamanlar kahve meyvelerini alıp sıcak suya atarlar ve güzel kokulu bir içecek yaparlardı. Saklayabilmek için meyve çekirdeklerini çıkartıp kuruturlar; uzun süre dayanan ve tadından bir şey kaybetmeyen taneler uzun süre dayanırdı.
Derler ki; günün birinde Arap kahvecilerinden biri taneleri hafif kurutmaya bıraktığı ızgaranın üstünde unutunca kavruluverirler. Böylece kuru kahve içiminin daha lezzetli olduğu keşfediliverir.
Habeşli kahvenin tadı 17. Yüzyıl’da ünlenir. Kahveyi çok seven bir Fransız subayı, bitkiden birkaç fidan alarak Antil adalarına götürür. Martinik Adası’na dikilen kahve bitkisi ve içimi Orta ve Güney Amerika’ya yayılır. Kahve Brezilya topraklarıyla buluşur.
Piramit şeklinde ve 4-5 metre büyüyebilen kahve ağacının boy atmasına izin verilmez. Boya harcayacağı enerjiyle daha kaliteli meyveler oluşturması istenir. 3 yaşından sonra ürün vermeye başlayan ağaç, 7-8 yaşında en verimli çağını yaşar. Zeytinsi biçimde olan meyvelere kahve yetiştiricileri ‘’Kiraz’’da derler. Yeşilken Kırmızılaşırlar. Üzüm tanelerine benzeyen olgun meyvelere ‘’Yumacık’’ denir. Kahve adının ‘’qahwah’’ sözcüğünden geldiğini de eklemeliyim.
Kahve ülkemizde Osmanlı’dan beri çok yaygın kullanılan bir keyif içkisidir. Habeşistan Valisi Özdemir Paşa’nın Kanuni Sultan Süleyman’ı ziyaretinde kahve çekirdeklerini hediye olarak sunduğu söylenir. Önceleri tadının sertliği, farklı aromasıyla haz alınmasa da zamanla lokum, şekerleme, şerbet arkadaşlığında, kıtlama şekerle güzelleşen tadı verdiği enerjinin keyfiyle kahve artık sarayın gözde içeceğidir. 1554 yılında Tahtakale’de ilk kahvehane açılır. Böylece halk arasında da ünlenen kahveyle kahvehane kültürü vee erkekler arası dedikodu faslı başlar.
Osmanlıya ticaret için gelen Venedikli Tacirler de kahveyi çok beğenir çekirdeklerini Avrupa’ya götürürler. (1615) Denir ki, 2. Viyana Kuşatması başarısız olunca kahve çekirdeği dolu çuvalları orada bırakan Osmanlı askerleri; Georg Franz Kolschitzky’nin çekirdekleri bulup, kavurup, öğütüp; süt ve şeker ilavesiyle bambaşka bir tat oluşturup, Viyana kahvesini elde etmesine vesile olmuşlardır.
Kahve, Güney ve Orta Amerika, Afrika başta olmak üzere Karayipler ve Asya gibi yaklaşık 80 ülkede yetişmektedir. Yetiştiği alan çeşitliliğiyle yüzlerce kahve çeşidi var gibi gözükse de dört çeşit çekirdek vardır. Yetiştirilen ilk kahve çeşitleri; lezzetli ve kokulu ‘’Arap Kahvesi’’ ki Santos, San Domingo, Moka, Haiti tipi kahveleri bu tiptir. Angola, Altın Kıyısı, Kongo, İndonezya kahve tipini kapsayan ‘’Robüsta Kahvesi ‘’az kokulu, odunsu yapılıdır. Şimdi bunlara yoğun aromalı ‘’Liberica’’ ve iri tane ve isli tadıyla ‘’Excelsa’’da ilave oldular. İçtiğimiz kahve çeşitlerinin tamamı bu dört çekirdek türünün alt şıklarından oluşmaktalar.
Biz Türklerin bayram kahveleri meşhurdur. Bu bayramı sadece kendimize ikram edebileceğimiz bol kahve eşliğinde pencerelerimizden dışarıya bakarak geçireceğimize göre zamanımız bol demektir.
Gurmeler ve kahve bağımlıları; eğlenceli macera hikâyelerini seviyorsanız Stewart Lee Allen’nın sekiz yüz yıl önce kahvenin ilk kez ekildiği Güney Yemen’in köylerinden, Nobel Ödüllü iki Hintlinin kahve içmek için uğradıkları mağara benzeri kahvehaneye; Fransız İhtilali’nin başladığı Paris
salon ve kafelerinden, Amerika’nın yol kenarı lokantalarına, kahvenin izinde dünyanın dörtte üçünü gezen yazarın kahvenin tarihini edebi bir tatla anlattığı’’Kahvenin Hikayesi’’ kitabını alıp (tabi kargo ile gelmesini bekleyip) okuyabilirsiniz.
Yapın kahvenizi, sizi alıp eski Etiyopya eşkıyalarına oradan Parisli garsonlara Türkiye’den Brezilya’ya, Stewart Lee Allen’la hoş rayihalı kahvehanelere doğru yola çıkın. Son kelimesine kadar sizde hoş bir tat bırakacak maceraya teslim olun.
Kahve bahane dostluk şahane; bir de kahve falı bakan varsa…
Kahveleriniz bayram sevinci tadında olsun.
|